25 Şubat 2015 Çarşamba

ERMENİ MESELESİ


  • Ermeni adına ilk defa M.Ö 6.yüzyıla tarihlenen Pers kralı Darius'un kitabelerinde rastlanır.aslında Ermeniler kendilerini HAİK'ler olarak adlandırmışlardır.Ermeniler Haik ismini hz.Nuh'evlatlarından Yasef'in torunu Haik adında efsanevi bir şahsiyetten almışlardır.
  • Ermeni adı bu topluluk tarafından daha sonra benimsenmiştir.Ermeni ismi aslında coğrafi bir bölgeyi işaret etmektedir.bu bölge Doğu Anadolu bölgesidir.AKKAD çivi yazılı belgelerinde Doğu Anadolu bölgesine ARMENİA denildiği tespit edilmiştir.Pers kralı Darius'un hakimiyeti altında bulunan ve muhtemelen batıdan göçmen olarak gelen bu yabancılara Armenia bölgesinde oturanlar anlamına gelen Ermeniler ismi verilmişti.Ermenilerin adı geçen bölgede daha önce oturan URARTU'larla herhangi bir akrabalıkları söz konusu değildir.Ermeniler Pers imparatorluğunun yıkılmasından sonra sırayla Büyük İskender'in,Selevkos'ların,Romalıların,Bizanslıların ve daha sonrada Osmanlı Türklerinin egemenliği altında yaşamışlardır.şu anlama geliyor ki Osmanlılar Ermenileri Bizanslılardan devralmıştı.yani Ermeni siyasi varlığı ve Ermeni devleti vardı da Osmanlı bunu yıkıp onların topraklarına sahip olmamıştı.Milattan önce KİLİKYA adında bu günkü Adana ,İskenderun ve Maraş sınırlarını içine alan bir devletleri olduğu iddia edilmektedir.şayet varsa da bu krallık Türkler tarafından yıkılmamıştı.Ermeniler en rahat ve huzurlu dönemlerini Osmanlı hakimiyeti döneminde yaşamışlardı.örneğin Bizans hakimiyeti altında yaşarken bir esir muamelesi görüyorlardı.halbuki aynı dine mensuplardı ancak şu husus atlanmamalıdır ki Ermeniler Hristiyan olmalarına rağmen Ortodoks veya Katolik mezhebine bağlı değillerdi.Ermeniler GREGORYAN adı verilen bir mezhebe mensuplardı.bu mezhebi diğer mezheplerden ayıran özelliği hz.İsa da ikinci bir hüviyeti kabul etmezlerdi.yani Allah ile ortak Allah'ın oğlu veya Allah'ın peygamberi gibi hususları kabul etmez ARAF'ada inanmazlardı.Ortodoks ve Katoliklerden inanç itibariyle farklı oldukları için Ortodoksluğu kabul etmiş olan Bizanslılar Ermenileri kendi dinleri dışında hakir bir topluluk olarak görmüşlerdir.
  • Ermeniler Bizanstan sonra Osmanlı hakimiyetinde insan muamelesi görmüşlerdi.Fatih Sultan MEHMET İstanbul'u feth ettiğinde Ermeni Patrikhanesi Bursa'daydı.bizanslılar bir Ermeninin İstanbul'a girmesini yasaklamıştı.Fatih Sultan Mehmet ermeni patriğini Bursa'dan getirterek kumkapıda bir yer verdirmiştir ki Fatih'in fermanı hala daha orada asılıdır.Fatih Sultan Mehmet Ermeni Patriğini Ortodoks Patriğiyle eşit statüye kavuşturmuştur.Osmanlı kültürünü benimsemiş Türk örf adet ve ananelerine o kadar alışmışlardı ki Türklerden ayırt edilebilmeleri çok zordu.özellikle Anadoluyu ziyaret edenler Osmanlı toplumunda iki türlü Türk var biri Müslüman Türkler diğeri Hristiyan Türkler diyorlardı.Öyle ki Ermenilere tebai sadıka deniyordu yani sadık millet.Osmanlı döneminde paşalığa kadar yükselmiş Ermeni olduğu gibi devletin kritik noktalarında görev alan Ermeni sayısı da fazlaydı.Osmanlı tarihinde aleviler Türk olmasına rağmen çok defa isyan etmişlerdi ki Celal-i isyanları en meşhuruydu.tarihte hiç bir Ermeni isyanı yoktu.Anadoluda Kürtler ile birlikte asırlarca iç içe olmalarına rağmen hiç bir husumet yaşamamışlardı.Demek ki Ermenilerin isyan etmesi için harici bir saik vuku bulmuştu.dış güçler tarafından kullanıldıkları aşikar olup hangi amaca ve vaatlere karşılık Osmanlıya karşı ayaklanmışlardı.1800 yılında Napolyon'un Mısır'a saldırmasıyla Osmanlı topraklarından Mısıra giden gönüllüler arasındaki Kavalalı Mehmet Ali'nin gösterdiği başarı nedeniyle paşalığa kadar yükselmesi 2. Mahmut'un Tanzmatçıların yönlendirmesiyle 1826'da yeniçeriliği ilga etmesi 1832 yılında elindeki güçlü orduyla İngiliz ve Fransızlar teşvikiyle ayaklanan ve Anadolu'ya yürüyen Kavalalı Mehmet Ali'nin saltanat ve hilafeti tehdit edecek duruma gelmesiyle başlayan bir planın yıllar boyu uygulanmasıydı aslında.
  •  Nitekim, dış güçlerin yardımıyla oluşturulan Ermeni komiteleri aracılığı ile memleketin her yerinde kulüpler ve kitaplıklar açılmış, buralara devam eden kişilere Ermeni Tarihi ve Ermeni büyükleri hakkında bilgiler verilerek, Ermeni milliyetçiliği aşılanmaya çalışılmıştır. Bu arada Türklüğe ve Türklere karşı Ermeni halkında nefret uyandıracak eserler de neşredilmiştir. Ermeni Patrikhanesi ise, dini yükümlülüğünü bir tarafa bırakıp, bütün mevcudiyeti ile komitecilerin karargahı haline gelmiştir. Rus Çarlığı da, Kilikya bölgesindeki Ermenileri Ortodoks mezhebine geçirerek kendisine bağlamayı ve bu yolla Akdeniz’e çıkmayı hedeflediği için, devamlı olarak Ermenileri kışkırtmaktan geri kalmamıştır. Balkan Harbi’nden sonra Ermeni derneklerinin siyasi faaliyetleri daha da artırmış ve Ermeni çeteleri, Türkleri katletmeye başlamışlardır. Osmanlı İmparatorluğu 3 Ağustos 1914 tarihinde Birinci Dünya Harbi’ne fiilen iştirak ettikten sonra ise Ermeniler, Anadolu’da oturan ve hiçbir günahı olmayan binlerce Türkü çoluk çocuk, genç ihtiyar demeden acımasızca katletmişlerdir. Elbette ki, böylesine vahim bir durum karşısında Osmanlı Hükümeti’nin birtakım tedbirler alması gerekiyordu. Nitekim çok geçmeden bu tedbir alındı. Gerçekten, Başkomutanlık makamı, Anadolu’nun birçok yerlerinde ve özellikle Doğu Anadolu’daki Ermeni isyanlarının, sabotajlarının ve silahlı eşkıyalıkların tehlikeli bir durum yarattığını görerek, İçişleri Bakanlığı’na bir teklifte bulunmuş ve 27 Mayıs 1915 tarihinde de üç maddelik bir tehcir (Göç Ettirilme) kanunu çıkarılmıştır. Bu kanun ile; 2.ordu, bağımsız kolordu ve tümen komutanlarına, askeri nedenlere dayanarak, casusluk ve hainliklerini hissettikleri bölge halkını, tek tek veya toplu olarak memleketin diğer bölgelerine gönderebilmelerine” yetki verilmiştir. Bu kanuna göre çıkarılan yönetmeliklerle de, göç ettirilen şahısların mal, can ve namuslarını koruyucu çeşitli düzenlemeler getirilmiştir.Osmanlı Hükümeti ayrıca, Ermenilerin göç ettirilmesiyle ilgili olarak bir de talimat metni yayımlamıştır.Görülüyor ki, yüzyıllardan beri Türklerle yan yana yaşayan Ermeniler, güvenilir bir vatandaş olarak kabul edilmelerine ve kendilerine her türlü konuda serbestlik tanınmasına rağmen, Türkiye üzerinde çeşitli menfaatleri olan yabancı devletlerin oyununa gelerek, hata işlemişlerdir. Eğer Ermeni vatandaşlar, macera peşinde koşan Ermeni komitelerinin aklına uyarak, memleketin çeşitli yerlerinde karışıklıklar, isyanlar, eşkıyalıklar, sabotajlar ve hatta düşman hesabına casusluklar yapmasalar ve her şeyden önemlisi, en kritik durumlarda, Türk ordusunu, arkadan vurmak gibi hareketlere girişmeselerdi ve nihayet silahları ile düşman tarafına geçerek, her şeylerini paylaştıkları Türk askerine karşı savaşmasalardı elbette ki bu isyanları bastırmak için hiçbir askeri harekâta gerek kalmayacağı gibi, yurdun başka köşelerine göç ettirilmeleri de söz konusu olmayacaktı. Esasen hiçbir hükümet, kendisine sadık, görevini yapan vatandaşlarını, hele ölüm-kalım savaşında olduğu bir zamanda, cezalandırma ve göç ettirme gibi işlemlere girişemez. Ancak, azınlıkların, yurt çıkarlarına uymayan ve hatta vatanı yok etmek durumuna getiren eylemlerine karşı da hükümetlerin eli kolu bağlı kaldıkları, hiçbir zaman ve hiçbir yerde görülmemiştir.suça karşılık ceza vermek, devlet otoritesinin ve hükümet yöneticilerinin en doğal hakkı ve hatta görevidir . Türk milletini savaş meydanlarında yenemeyeceklerini anlayan emperyalist devletler, Türklerle kardeş gibi yaşayan azınlıkları, çıkarları için, bir piyon olarak kullanmışlardır. Birinci Dünya Harbi’nde Ermeniler tarafından öldürülen Türklerin sayısı, öldürüldüğü iddia edilen Ermenilerin sayısından çok daha fazladır. Bu öldürülen Türklerin çoğu, Ermeni isyanlarında baskına uğrayan askerlerle, işi gücü ile uğraşan sivil halktı. Gözünü kin bürümüş Ermeni komitecileri, kadın, çocuk ve ihtiyarları bile öldürmüşlerdir. Bu hareket tarzı, insanlık için, medeniyet için, utanç vericidir. Ermeni komitecileri, yabancı devletlerin özendirme, kışkırtma ve her türlü yardımlarıyla hem Türk ve hem de Ermeni ırklarına en büyük kötülüğü yapmışlardır. Ermenilerin Doğu Anadolu’daki çarpışmalarda ve tehcir sırasında kayıplar verdiği bir gerçektir. Esasen bu durumu inkar eden de yoktur. Savaştan kaynaklanan genel düzen ve güvenlik ortamı ve zapt edilmesi mümkün olmayan şahsi kin ve öç alma duyguları çerçevesinde, göç ettirilen kafilelere bir takım saldırılarda bulunulmuştur. Ancak hükümet, bu durumu, elinden geldiği kadar önlemeye çalışmış ve sorumlu gördüğü saldırganlarla görevlerinde ihmali görülen muhafızları da en ağır şekilde cezalandırmıştır. Diğer taraftan, savaş günlerinin güç şartları; araç, yakıt, gıda, ilaç ve diğer imkânların yetersizliği, ağır iklim şartları, bir takım salgın hastalıkların meydana getirdiği tahribat da kayıpların sayısın artırmıştır. Cephelerde, 90.000 kişilik Osmanlı ordusu, soğuk ve hastalıktan kırılmıştır. Uzak bölgelerde, hatta başkent İstanbul’da bile, feci sıkıntılar çekilmiştir. Bu zor şartlar ve sıkıntılardan, en az Ermeniler kadar Türklerde paylarını almışlardır. İşte, Ermeni propaganda ve teröristlerinin soykırım (jenosit) diye iddia ettikleri olayın gerçek yüzü bundan ibarettir. Kaldı ki, göç ettirilme sırasında, Ermenilerin kayıpları ile ilgili olarak verilen rakamlar bile, birbirine uymamaktadır. Örneğin ciddiyeti ile tanınan Encylopedia Britannica, 1918 yılı baskısında, tehcir sırasında ölen Ermeni sayısını 600.000 olarak yazmış iken, bu miktar, 1968 yılı baskısında 1.500.000 olarak gösterilmiştir.Abartılı Ermeni kaynakları dikkate alınmadığı takdirde, bu nüfusun ortalama olarak 1.300.000 olduğu kabul edilebilir. Şu halde, Ermeni iddialarının gerçekle bir ilgisi yoktur. Talat Paşa, İttihat Partisi’nin son toplantısında, Ermenilerin kaybını 300.000 olarak tahmin etmiştir. Toynbee ise Ermenilerin kaybını 600.000 olarak vermiştir ki, bu rakam, Encylopedia Britannica’nın 1918’de verdiği rakamla aynıdır. Osmanlı Hürriyet ve İtilaf Hükümeti, İttihat ve Terakki İktidarını kötülemek ve işgal kuvvetlerine hoş görünmek için göç ettirme sırasında 800.000 Ermeni’nin öldüğünü söylemiştir. Lozan Konferansına katılan Ermeni Heyeti Başkanı Bogos Nubar, o sırada Türkiye’de hala 280.000 Ermeni’nin bulunduğunu, 700.000 Ermeni’nin de başka ülkelere göç ettiğini söylemiştir. Bu beyan doğru kabul edildiği takdirde, toplam 1.300.000 olan Ermeni nüfusundan, hala Türkiye’de oturan ve başka memleketlere göç eden Ermeniler de sayılırsa, Ermeni kaybının 300.000 civarında olduğu görülür. Bu kayıplara, çete ve isyan harekâtında ölen ve düşman safına geçerek Türklerle savaşırken ölenler de dahildir. Savaş şartları içinde, yokluk, yorgunluk ve hastalıktan ölenler de bu miktara katılmalıdır. Ermenilerin ve Ermeni yanlısı çevrelerin, Ermeni kayıpların verirken, Türk kayıplarını da hatırlamaları gerekir. Türk kayıpları, Ermeni kayıplarından çok daha fazladır.Ermeniler Mustafa Kemal’in önderliğinde başlatılan Milli Mücadele sırasında da düşmanca hareketlerine devam etmişlerdir. Gerçekten, başta ABD olmak üzere, Batılı devletleri arkasına alan Ermeniler, Doğu Anadolu Bölgesi’nde bir Ermenistan Devleti kurmak amacıyla Türklerle mücadeleye girmişler, ancak Şark Cephesi Komutanı Kâzım Karabekir Paşa tarafından mağlup edilmişlerdir. 3 Aralık 1920’de Ermenilerle Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti arasında Gümrü Antlaşması imza edilmiştir. Fakat anlaşmadan bir gün sonra, Ermeni toprakları, Rus Kızılordusu’nun işgaline uğramış ve Erivan’da Sovyet Ermeni Cumhuriyeti Hükümeti kurulmuştur. Bu nedenle, Gümrü antlaşması onaylanamamıştır. Bunun yerine 16 Mart 1921’de Sovyet Rusya ile Moskova’da bir antlaşma yapılmış ve bu antlaşma, 27 Mart 1921 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nce de onaylanmıştır. Böylece, Doğu Cephesi ve bu cephede savaştığımız düşmanlarımızla olan ilişkilerimiz düzelmiş gibi görünüyordu. Fakat özellikle, 1960’lı yıllardan sonra, Ermenilerin, Türkiye ve Türkler aleyhindeki faaliyetleri, yeniden artmaya başlamıştır. Ancak, şurası bir gerçektir ki, Osmanlı Arşivlerinde ortaya çıkarılan ve ilim aleminin hizmetine sunulan yüzlerce belge, Ermeni iddialarının hiçbir gerçek dayanağı olmadığını, açıkça ortaya koymuş bulunmaktadır. Şunu da hemen belirtelim ki, Ermeniler, genellikle Türk-Yunan İlişkilerinin gerginleştiği dönemlerdi sahneye çıkmışlar ve hatta, Rumlarla işbirliği içerisine girmişlerdir. Milli Mücadele sırasında yaşanan bu durum, 1990 yılının başlarında yeniden yaşanmıştır. Hatırlanacağı üzere, Ermeni Azeri çatışmasının hemen ardından Yunanlılar, Batı Trakya’daki soydaşlarımıza karşı insanlık dışı hareketlerde bulunmuşlardır. Ermeniler halen Azerbaycan topraklarının % 20’sini işgal altında tutmaktadırlar. Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girmeye çalıştığı şu sıralarda gündeme getirilen en önemli konulardan biri, Türkiye’nin, Ermeni soykırımını kabul etmesi noktasında yoğunlaşmaktadır. Ayrıca Türkiye’den Ermenistan sınır kapısını açması ve Türkiye ile Ermenistan arasında ticari ilişkilerin başlatılması istenmektedir. Türkiye, Ermenilerin işgal ettiği Azeri topraklarından çekilmesi kaydıyla, Ermenistan sınır kapısın açabileceğin beyan etmiştir. Ancak, soykırım iddiasını kabullenmesi mümkün değildir. Çünkü, Birinci Dünya Harbi sırasında Ermenilerin de özellikle Doğu Anadolu Bölgesi’nde yaşayan yüz binlerce Türkü acımasızca katletmişlerdir. Son yirmi yıldır bölgede yapılan arkeolojik kazılarda çok sayıda toplu mezar ortaya çıkarılmıştır ki Müslüman Türklere ait olan bu toplu mezarlar, Ermeni katliamın boyutlarını tüm çıplaklığı ile ortaya koymaktadır. Bir başka ifade ile tehcir olayının yaşandığı 1915 yılında Türklerin verdiği kayıp, Ermeni kayıplarından daha az değildir. Her iki taraf da epeyce insanını kaybettiğine göre, Ermenilerin her yıl bu konuyu gündeme getirerek, Türkiye’yi köşeye sıkıştırmak istemesinin hiçbir anlamı yoktur. Eğer Ermenistan, Türkiye ile iyi ilişkiler kurmak istiyorsa, her şeyden önce tarihin derinliklerinde kalmış olan sözde Ermeni Soykırım iddiasından vazgeçmeli, ardında da işgal altında tuttuğu Azeri topraklarını boşaltmalıdır.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder