- Ermeni adına ilk defa M.Ö 6.yüzyıla tarihlenen Pers kralı Darius'un kitabelerinde rastlanır.aslında Ermeniler kendilerini HAİK'ler olarak adlandırmışlardır.Ermeniler Haik ismini hz.Nuh'evlatlarından Yasef'in torunu Haik adında efsanevi bir şahsiyetten almışlardır.
- Ermeni adı bu topluluk tarafından daha sonra benimsenmiştir.Ermeni ismi aslında coğrafi bir bölgeyi işaret etmektedir.bu bölge Doğu Anadolu bölgesidir.AKKAD çivi yazılı belgelerinde Doğu Anadolu bölgesine ARMENİA denildiği tespit edilmiştir.Pers kralı Darius'un hakimiyeti altında bulunan ve muhtemelen batıdan göçmen olarak gelen bu yabancılara Armenia bölgesinde oturanlar anlamına gelen Ermeniler ismi verilmişti.Ermenilerin adı geçen bölgede daha önce oturan URARTU'larla herhangi bir akrabalıkları söz konusu değildir.Ermeniler Pers imparatorluğunun yıkılmasından sonra sırayla Büyük İskender'in,Selevkos'ların,Romalıların,Bizanslıların ve daha sonrada Osmanlı Türklerinin egemenliği altında yaşamışlardır.şu anlama geliyor ki Osmanlılar Ermenileri Bizanslılardan devralmıştı.yani Ermeni siyasi varlığı ve Ermeni devleti vardı da Osmanlı bunu yıkıp onların topraklarına sahip olmamıştı.Milattan önce KİLİKYA adında bu günkü Adana ,İskenderun ve Maraş sınırlarını içine alan bir devletleri olduğu iddia edilmektedir.şayet varsa da bu krallık Türkler tarafından yıkılmamıştı.Ermeniler en rahat ve huzurlu dönemlerini Osmanlı hakimiyeti döneminde yaşamışlardı.örneğin Bizans hakimiyeti altında yaşarken bir esir muamelesi görüyorlardı.halbuki aynı dine mensuplardı ancak şu husus atlanmamalıdır ki Ermeniler Hristiyan olmalarına rağmen Ortodoks veya Katolik mezhebine bağlı değillerdi.Ermeniler GREGORYAN adı verilen bir mezhebe mensuplardı.bu mezhebi diğer mezheplerden ayıran özelliği hz.İsa da ikinci bir hüviyeti kabul etmezlerdi.yani Allah ile ortak Allah'ın oğlu veya Allah'ın peygamberi gibi hususları kabul etmez ARAF'ada inanmazlardı.Ortodoks ve Katoliklerden inanç itibariyle farklı oldukları için Ortodoksluğu kabul etmiş olan Bizanslılar Ermenileri kendi dinleri dışında hakir bir topluluk olarak görmüşlerdir.
- Ermeniler Bizanstan sonra Osmanlı hakimiyetinde insan muamelesi görmüşlerdi.Fatih Sultan MEHMET İstanbul'u feth ettiğinde Ermeni Patrikhanesi Bursa'daydı.bizanslılar bir Ermeninin İstanbul'a girmesini yasaklamıştı.Fatih Sultan Mehmet ermeni patriğini Bursa'dan getirterek kumkapıda bir yer verdirmiştir ki Fatih'in fermanı hala daha orada asılıdır.Fatih Sultan Mehmet Ermeni Patriğini Ortodoks Patriğiyle eşit statüye kavuşturmuştur.Osmanlı kültürünü benimsemiş Türk örf adet ve ananelerine o kadar alışmışlardı ki Türklerden ayırt edilebilmeleri çok zordu.özellikle Anadoluyu ziyaret edenler Osmanlı toplumunda iki türlü Türk var biri Müslüman Türkler diğeri Hristiyan Türkler diyorlardı.Öyle ki Ermenilere tebai sadıka deniyordu yani sadık millet.Osmanlı döneminde paşalığa kadar yükselmiş Ermeni olduğu gibi devletin kritik noktalarında görev alan Ermeni sayısı da fazlaydı.Osmanlı tarihinde aleviler Türk olmasına rağmen çok defa isyan etmişlerdi ki Celal-i isyanları en meşhuruydu.tarihte hiç bir Ermeni isyanı yoktu.Anadoluda Kürtler ile birlikte asırlarca iç içe olmalarına rağmen hiç bir husumet yaşamamışlardı.Demek ki Ermenilerin isyan etmesi için harici bir saik vuku bulmuştu.dış güçler tarafından kullanıldıkları aşikar olup hangi amaca ve vaatlere karşılık Osmanlıya karşı ayaklanmışlardı.1800 yılında Napolyon'un Mısır'a saldırmasıyla Osmanlı topraklarından Mısıra giden gönüllüler arasındaki Kavalalı Mehmet Ali'nin gösterdiği başarı nedeniyle paşalığa kadar yükselmesi 2. Mahmut'un Tanzmatçıların yönlendirmesiyle 1826'da yeniçeriliği ilga etmesi 1832 yılında elindeki güçlü orduyla İngiliz ve Fransızlar teşvikiyle ayaklanan ve Anadolu'ya yürüyen Kavalalı Mehmet Ali'nin saltanat ve hilafeti tehdit edecek duruma gelmesiyle başlayan bir planın yıllar boyu uygulanmasıydı aslında.
- Nitekim, dış güçlerin yardımıyla oluşturulan Ermeni komiteleri aracılığı ile memleketin her yerinde kulüpler ve kitaplıklar açılmış, buralara devam eden kişilere Ermeni Tarihi ve Ermeni büyükleri hakkında bilgiler verilerek, Ermeni milliyetçiliği aşılanmaya çalışılmıştır. Bu arada Türklüğe ve Türklere karşı Ermeni halkında nefret uyandıracak eserler de neşredilmiştir. Ermeni Patrikhanesi ise, dini yükümlülüğünü bir tarafa bırakıp, bütün mevcudiyeti ile komitecilerin karargahı haline gelmiştir. Rus Çarlığı da, Kilikya bölgesindeki Ermenileri Ortodoks mezhebine geçirerek kendisine bağlamayı ve bu yolla Akdeniz’e çıkmayı hedeflediği için, devamlı olarak Ermenileri kışkırtmaktan geri kalmamıştır. Balkan Harbi’nden sonra Ermeni derneklerinin siyasi faaliyetleri daha da artırmış ve Ermeni çeteleri, Türkleri katletmeye başlamışlardır. Osmanlı İmparatorluğu 3 Ağustos 1914 tarihinde Birinci Dünya Harbi’ne fiilen iştirak ettikten sonra ise Ermeniler, Anadolu’da oturan ve hiçbir günahı olmayan binlerce Türkü çoluk çocuk, genç ihtiyar demeden acımasızca katletmişlerdir. Elbette ki, böylesine vahim bir durum karşısında Osmanlı Hükümeti’nin birtakım tedbirler alması gerekiyordu. Nitekim çok geçmeden bu tedbir alındı. Gerçekten, Başkomutanlık makamı, Anadolu’nun birçok yerlerinde ve özellikle Doğu Anadolu’daki Ermeni isyanlarının, sabotajlarının ve silahlı eşkıyalıkların tehlikeli bir durum yarattığını görerek, İçişleri Bakanlığı’na bir teklifte bulunmuş ve 27 Mayıs 1915 tarihinde de üç maddelik bir tehcir (Göç Ettirilme) kanunu çıkarılmıştır. Bu kanun ile; 2.ordu, bağımsız kolordu ve tümen komutanlarına, askeri nedenlere dayanarak, casusluk ve hainliklerini hissettikleri bölge halkını, tek tek veya toplu olarak memleketin diğer bölgelerine gönderebilmelerine” yetki verilmiştir. Bu kanuna göre çıkarılan yönetmeliklerle de, göç ettirilen şahısların mal, can ve namuslarını koruyucu çeşitli düzenlemeler getirilmiştir.Osmanlı Hükümeti ayrıca, Ermenilerin göç ettirilmesiyle ilgili olarak bir de talimat metni yayımlamıştır.Görülüyor ki, yüzyıllardan beri Türklerle yan yana yaşayan Ermeniler, güvenilir bir vatandaş olarak kabul edilmelerine ve kendilerine her türlü konuda serbestlik tanınmasına rağmen, Türkiye üzerinde çeşitli menfaatleri olan yabancı devletlerin oyununa gelerek, hata işlemişlerdir. Eğer Ermeni vatandaşlar, macera peşinde koşan Ermeni komitelerinin aklına uyarak, memleketin çeşitli yerlerinde karışıklıklar, isyanlar, eşkıyalıklar, sabotajlar ve hatta düşman hesabına casusluklar yapmasalar ve her şeyden önemlisi, en kritik durumlarda, Türk ordusunu, arkadan vurmak gibi hareketlere girişmeselerdi ve nihayet silahları ile düşman tarafına geçerek, her şeylerini paylaştıkları Türk askerine karşı savaşmasalardı elbette ki bu isyanları bastırmak için hiçbir askeri harekâta gerek kalmayacağı gibi, yurdun başka köşelerine göç ettirilmeleri de söz konusu olmayacaktı. Esasen hiçbir hükümet, kendisine sadık, görevini yapan vatandaşlarını, hele ölüm-kalım savaşında olduğu bir zamanda, cezalandırma ve göç ettirme gibi işlemlere girişemez. Ancak, azınlıkların, yurt çıkarlarına uymayan ve hatta vatanı yok etmek durumuna getiren eylemlerine karşı da hükümetlerin eli kolu bağlı kaldıkları, hiçbir zaman ve hiçbir yerde görülmemiştir.suça karşılık ceza vermek, devlet otoritesinin ve hükümet yöneticilerinin en doğal hakkı ve hatta görevidir . Türk milletini savaş meydanlarında yenemeyeceklerini anlayan emperyalist devletler, Türklerle kardeş gibi yaşayan azınlıkları, çıkarları için, bir piyon olarak kullanmışlardır. Birinci Dünya Harbi’nde Ermeniler tarafından öldürülen Türklerin sayısı, öldürüldüğü iddia edilen Ermenilerin sayısından çok daha fazladır. Bu öldürülen Türklerin çoğu, Ermeni isyanlarında baskına uğrayan askerlerle, işi gücü ile uğraşan sivil halktı. Gözünü kin bürümüş Ermeni komitecileri, kadın, çocuk ve ihtiyarları bile öldürmüşlerdir. Bu hareket tarzı, insanlık için, medeniyet için, utanç vericidir. Ermeni komitecileri, yabancı devletlerin özendirme, kışkırtma ve her türlü yardımlarıyla hem Türk ve hem de Ermeni ırklarına en büyük kötülüğü yapmışlardır. Ermenilerin Doğu Anadolu’daki çarpışmalarda ve tehcir sırasında kayıplar verdiği bir gerçektir. Esasen bu durumu inkar eden de yoktur. Savaştan kaynaklanan genel düzen ve güvenlik ortamı ve zapt edilmesi mümkün olmayan şahsi kin ve öç alma duyguları çerçevesinde, göç ettirilen kafilelere bir takım saldırılarda bulunulmuştur. Ancak hükümet, bu durumu, elinden geldiği kadar önlemeye çalışmış ve sorumlu gördüğü saldırganlarla görevlerinde ihmali görülen muhafızları da en ağır şekilde cezalandırmıştır. Diğer taraftan, savaş günlerinin güç şartları; araç, yakıt, gıda, ilaç ve diğer imkânların yetersizliği, ağır iklim şartları, bir takım salgın hastalıkların meydana getirdiği tahribat da kayıpların sayısın artırmıştır. Cephelerde, 90.000 kişilik Osmanlı ordusu, soğuk ve hastalıktan kırılmıştır. Uzak bölgelerde, hatta başkent İstanbul’da bile, feci sıkıntılar çekilmiştir. Bu zor şartlar ve sıkıntılardan, en az Ermeniler kadar Türklerde paylarını almışlardır. İşte, Ermeni propaganda ve teröristlerinin soykırım (jenosit) diye iddia ettikleri olayın gerçek yüzü bundan ibarettir. Kaldı ki, göç ettirilme sırasında, Ermenilerin kayıpları ile ilgili olarak verilen rakamlar bile, birbirine uymamaktadır. Örneğin ciddiyeti ile tanınan Encylopedia Britannica, 1918 yılı baskısında, tehcir sırasında ölen Ermeni sayısını 600.000 olarak yazmış iken, bu miktar, 1968 yılı baskısında 1.500.000 olarak gösterilmiştir.Abartılı Ermeni kaynakları dikkate alınmadığı takdirde, bu nüfusun ortalama olarak 1.300.000 olduğu kabul edilebilir. Şu halde, Ermeni iddialarının gerçekle bir ilgisi yoktur. Talat Paşa, İttihat Partisi’nin son toplantısında, Ermenilerin kaybını 300.000 olarak tahmin etmiştir. Toynbee ise Ermenilerin kaybını 600.000 olarak vermiştir ki, bu rakam, Encylopedia Britannica’nın 1918’de verdiği rakamla aynıdır. Osmanlı Hürriyet ve İtilaf Hükümeti, İttihat ve Terakki İktidarını kötülemek ve işgal kuvvetlerine hoş görünmek için göç ettirme sırasında 800.000 Ermeni’nin öldüğünü söylemiştir. Lozan Konferansına katılan Ermeni Heyeti Başkanı Bogos Nubar, o sırada Türkiye’de hala 280.000 Ermeni’nin bulunduğunu, 700.000 Ermeni’nin de başka ülkelere göç ettiğini söylemiştir. Bu beyan doğru kabul edildiği takdirde, toplam 1.300.000 olan Ermeni nüfusundan, hala Türkiye’de oturan ve başka memleketlere göç eden Ermeniler de sayılırsa, Ermeni kaybının 300.000 civarında olduğu görülür. Bu kayıplara, çete ve isyan harekâtında ölen ve düşman safına geçerek Türklerle savaşırken ölenler de dahildir. Savaş şartları içinde, yokluk, yorgunluk ve hastalıktan ölenler de bu miktara katılmalıdır. Ermenilerin ve Ermeni yanlısı çevrelerin, Ermeni kayıpların verirken, Türk kayıplarını da hatırlamaları gerekir. Türk kayıpları, Ermeni kayıplarından çok daha fazladır.Ermeniler Mustafa Kemal’in önderliğinde başlatılan Milli Mücadele sırasında da düşmanca hareketlerine devam etmişlerdir. Gerçekten, başta ABD olmak üzere, Batılı devletleri arkasına alan Ermeniler, Doğu Anadolu Bölgesi’nde bir Ermenistan Devleti kurmak amacıyla Türklerle mücadeleye girmişler, ancak Şark Cephesi Komutanı Kâzım Karabekir Paşa tarafından mağlup edilmişlerdir. 3 Aralık 1920’de Ermenilerle Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti arasında Gümrü Antlaşması imza edilmiştir. Fakat anlaşmadan bir gün sonra, Ermeni toprakları, Rus Kızılordusu’nun işgaline uğramış ve Erivan’da Sovyet Ermeni Cumhuriyeti Hükümeti kurulmuştur. Bu nedenle, Gümrü antlaşması onaylanamamıştır. Bunun yerine 16 Mart 1921’de Sovyet Rusya ile Moskova’da bir antlaşma yapılmış ve bu antlaşma, 27 Mart 1921 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nce de onaylanmıştır. Böylece, Doğu Cephesi ve bu cephede savaştığımız düşmanlarımızla olan ilişkilerimiz düzelmiş gibi görünüyordu. Fakat özellikle, 1960’lı yıllardan sonra, Ermenilerin, Türkiye ve Türkler aleyhindeki faaliyetleri, yeniden artmaya başlamıştır. Ancak, şurası bir gerçektir ki, Osmanlı Arşivlerinde ortaya çıkarılan ve ilim aleminin hizmetine sunulan yüzlerce belge, Ermeni iddialarının hiçbir gerçek dayanağı olmadığını, açıkça ortaya koymuş bulunmaktadır. Şunu da hemen belirtelim ki, Ermeniler, genellikle Türk-Yunan İlişkilerinin gerginleştiği dönemlerdi sahneye çıkmışlar ve hatta, Rumlarla işbirliği içerisine girmişlerdir. Milli Mücadele sırasında yaşanan bu durum, 1990 yılının başlarında yeniden yaşanmıştır. Hatırlanacağı üzere, Ermeni Azeri çatışmasının hemen ardından Yunanlılar, Batı Trakya’daki soydaşlarımıza karşı insanlık dışı hareketlerde bulunmuşlardır. Ermeniler halen Azerbaycan topraklarının % 20’sini işgal altında tutmaktadırlar. Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girmeye çalıştığı şu sıralarda gündeme getirilen en önemli konulardan biri, Türkiye’nin, Ermeni soykırımını kabul etmesi noktasında yoğunlaşmaktadır. Ayrıca Türkiye’den Ermenistan sınır kapısını açması ve Türkiye ile Ermenistan arasında ticari ilişkilerin başlatılması istenmektedir. Türkiye, Ermenilerin işgal ettiği Azeri topraklarından çekilmesi kaydıyla, Ermenistan sınır kapısın açabileceğin beyan etmiştir. Ancak, soykırım iddiasını kabullenmesi mümkün değildir. Çünkü, Birinci Dünya Harbi sırasında Ermenilerin de özellikle Doğu Anadolu Bölgesi’nde yaşayan yüz binlerce Türkü acımasızca katletmişlerdir. Son yirmi yıldır bölgede yapılan arkeolojik kazılarda çok sayıda toplu mezar ortaya çıkarılmıştır ki Müslüman Türklere ait olan bu toplu mezarlar, Ermeni katliamın boyutlarını tüm çıplaklığı ile ortaya koymaktadır. Bir başka ifade ile tehcir olayının yaşandığı 1915 yılında Türklerin verdiği kayıp, Ermeni kayıplarından daha az değildir. Her iki taraf da epeyce insanını kaybettiğine göre, Ermenilerin her yıl bu konuyu gündeme getirerek, Türkiye’yi köşeye sıkıştırmak istemesinin hiçbir anlamı yoktur. Eğer Ermenistan, Türkiye ile iyi ilişkiler kurmak istiyorsa, her şeyden önce tarihin derinliklerinde kalmış olan sözde Ermeni Soykırım iddiasından vazgeçmeli, ardında da işgal altında tuttuğu Azeri topraklarını boşaltmalıdır.
25 Şubat 2015 Çarşamba
ERMENİ MESELESİ
21 Şubat 2015 Cumartesi
27 MAYIS DARBESİ
- Savaş bitmiş Avrupa'da diktatörlükler yıkılmıştı.her yerden demokrasi talebi yükselirken Türkiye'de de bir ilk gerçekleşmişti.yani çok partili ilk seçim.ancak şeffaflıktan o kadar uzaktı ki sonuçlara müdahale edildiği ayyuka çıkmıştı.nasıl çıkmasındı ki?seçimdeki yöntemin adı açık oy gizli dasnikti.pek çok sandık başında jandarmalar bulunuyordu.kimin hangi partiye oy attığı açıktı ama oy sayımı kapalı yapılıyordu.CHP iktidarını koruyordu..sandıklar bir kez daha tozlu raflardan indirildiğinde takvim yaprakları 14 mayıs 1950'yi gösteriyordu.yeni seçimle eski adet kalkmış vatandaşın oyunu kime attığını Allah'tan ve kendisinden başka kimse görmüyordu.oyların sayımı açık yapıldı.iktidar ile muhalefet yer değiştirmişti.Demokrat Parti 415 millet vekili çıkarmış CHP ise sadece 69 millet vekiliyle yetinmişti.bu sonuç uzun zamandır iktidarı elinde tutan portresi devlet dairelerinden kıraathanelere kadar baş köşede asılı duran paraların üzerinde resmi yer alan İsmet İNÖNÜ için yıkım olmuştu.ancak durum bununla sınırlı kalmayacaktı.sürekli gerginlik yaşadığı Celal BAYAR'a ikbal yolu açılmıştı.Celal BAYAR köşke çıkarken 66 yaşındaki İNÖNÜ artık sadece millet vekiliydi.O ki genç cumhuriyetin kurucularından biriydi.ama artık ne cumhurbaşkanı nede başbakandı.BAYAR hükümeti kurma görevini Adnan MENDERES'e verdi.ancak iktidar mücadelesi daha bitmiş değildi.birileri milletin yüreğini yakacak yangın için odun toplamaya başlamıştı.Baş vekil MENDRES'in tebrikleri kabul merasiminde telaşlı bir şekilde kendisiyle görüşmek isteyecek subayların anlatacakları vahimdi.Bir grup asker halkın iradesini sindirememiş soluğu milli şef İNÖNÜ'nün yanında almıştı.muhalefet liderine seçimleri yok sayıp iktidarı kendisine teslim edeceklerini sölüyorlardı.tehlikenin büyüklüğünü farkında olan Celal BAYAR'ın tavsiyesiyle hükümet TSK içindeki darbe yanlısı isimleri tespit etmişti.hükümet tehlikeyi şimdilik atlatmıştı ama uykuya yatan hücrenin vazgeçmeye niyeti yoktu.
- Uzunca bir süredir hoparlörlerden yükselen bir garip ses maneviyat ağacının köklerinde testerenin dişleri misali derin oyuklar açıyordu günde beş defa.demokrat parti muhalefet günlerinden itibaren halkla temas ettiği her ortamda aynı taleple karşılaşıyordu.bu isteğe kayıtsız kalamayan MENDERES hükümeti iktidarının ikinci ayında ezan-ı muhammedinin orijinal haliyle okunmasına imkan tanıdı.bazı subaylar hatıratlarında ezan orijinaline döndüğünde darbe yapmaya karar verdik diyorlardı.
- CHP 1954 seçimlerinde halkın Demokrat Partiye haddini bildireceğini düşünüyordu ancak halkın tercihi bir kez daha DP olmuştu.dahası oylarını da artırmıştı.1950'de 415 millet vekiliyle meclise giren DP 1954 seçimlerinde millet vekili sayısını 502'ye çıkarmıştı.yetmişine dayanan milli şef bir kez daha mağlup olmuştu.memleketin görünen gündeminde kalkınma ve atılım varken kapılar ardında tezgahlanmaya başlanan oluşumun adı CUNTA'ydı.DP'nin iktidara geçmesinin hemen sonrasında 1955'te dünya izleri yüzyıllar boyu silinmeyecek bir faciaya tanık oluyordu.adı 6-7 eylül olaylarıydı.her şey Kıbrıs'ta yaşananlarla başladı.Rumların Kıbrıs'lı Türklere baskı uygulamasını Türkiye'de yakından takip ediyordu.6 eylül'de devlet radyosu ATATÜRK'ün Selanikteki doğduğu evde bomba patladığını duyurdu aynı gün İSTANBUL EXPRES gazetesi ikinci baskı yapmış manşetinde atamızın evi bombalandı başlığını atmıştı.normalde 20 bin satan gazete o gün 290 bin basmıştı.Atatürk'ün bombalanan evini gösteren birde resim yayımlamıştı.fakat o fotoğrafın o kadar hızla ta Selanikten gelmesi mümkün değildi.o fotoğraf daha önceden çekilmiş ve hazırlanmış bir durumdu.kağıt matbaa imkanlarının sınırlı olduğu bir dönemde o gazete bu kadar kağıt stokunu nereden bulmuştu?bu sorular o gün tartışılamadı.galeyana getirilmiş kalabalık grupların bunu düşünmesi de istenmiyordu.daha gazetedeki mürekkep kurumadan İstanbul'da yağma başladı bir anda ortaya çıkan grupların ellerinde tek elden çıktığı belli sopalar vardı.bu kadar kısa süre içinde böylesine kalabalık gruplar nasıl organize olmuşlardı?.kalabalık gruplar Rumların ve azınlıkların mallarını yağmalamaya başladılar.ondan fazla insan ölürken tecavüze uğrayanların sayısı iki yüzü buluyordu.peki bu olayların arkasında kim vardı?kim planlamıştı?gazeteci yazar Fatih GÜLLAPOĞLU hürriyet gazetesinde çalışırken Özel Harp Dairesi eski adıyla seferberlik tetkik kurulu eski başkanı Sabri YİRMİBEŞOĞLU ile yaptığı bir röportajda YİRMİBEŞOĞLU şöyle diyordu.bu iş Özel Harp Dairesi işidir muhteşem bir örgütlenme değil miydi?amacına da ulaşmıştı zaten özel harp te yani Mukavemet Teşkilatında bir kural vardır.halkın mukavemetini artırmak için düşman yapmış gibi bazı değerlere sabotaj yapılır.bunu daha öncede Kıbrıs ta cami yakarak yaptık diyordu.ordu içindeki gizli ordu olarak adlandırılan Özel Harp Dairesinin bölge başkanlıklarının sayısı 1954 yılında 14 iken 1960 askeri darbesi öncesinde bu 35'çıkmış sonrasında bu sayı yeniden düşürülmüştü.ne ilginçtir ki 1980 darbesi öncesinde de bu sayı tekrardan 27'ye çıkacaktı.ÖHD çalışma prensibiyle hep gündemde kaldı.kurumun başında askerler vardı ama gizli görevli siviller ÖHD çalışanları arasındaydı günlük hayatta başka bir iş yapar gibi görünseler de asıl meslekleri özel harp dairesinin sivil uzantıları olmalarıydı.
- 6-7 eylül sona erdiğinde önemli dikkat çekici olaylar ortaya çıkmıştı.yunan hükümeti bombayı attıkları iddiasıyla iki türkü yakalamıştı.Oktay ENGİN ve Hasan UÇAR.olayın soruşturulması bir yana dursun Oktay ENGİN daha sonraki yıllarda vali olacaktı.6-7 eylül olayları açık bir mesaj veriyordu Demokrat Parti halkı koruyamıyor.Demokrat Partinin bu defa iktidarı kaybedeceğini düşünüyorlardı ama MENDERES 1957 seçimini de kazandı.darbe planlarının ayarlamaları yapılırken bir girişimi binbaşı Samet KUŞÇU ihbar etti.1958'de yaşanan bu olayda ne yazık ki yargılanan kendisi oldu meslekten ihraç edildi.o gün patlak veren 9 SUBAY olayının üstüne gidilmemesi cuntacıların elini kuvvetlendirmişti.kendilerini Milli Birlik Komitesi olarak adlandıran cuntacılar ağlarını yavaş yavaş örmeye başlamışlardı.
- Cunta milletin göz bebeği Türk Silahlı Kuvvetlerine tamamen sızmıştı.artık gün sayıyorlardı.MENDERES kuşatılmışlık içinde olup biteni anlamaktan uzak bir şekilde memleketin karşılaştığı problemlerin demokratik yollarla çözülebileceğine inana dursun sandıktan ümidi kesenler çözümü başka bir tarafta görmüş şimdi şartların olgunlaşmasını bekliyorlardı hemde İsmet İNÖNÜ önderliğinde.tarihsiz talihsiz açıklamalara zamanı hızlandırmak isteyen sözlere şahitlik ediyordu.İnönü meclis kürsüsünden şöyle sesleniyordu;arkadaşlar şartlar tamam olduğunda ihtilal milletler için meşru bir haktır.bu yolda devam ederseniz sizi bende kurtaramam.
- Sokaklarda kıraathanelerde fısıltı gazeteleri kara propaganda faaliyetlerine başlamış akıl almaz iddialar konuşulur olmuştu.bunlardan bir tanesi KARS ve ARDAHAN'ın para karşılığı Ruslara satıldığı iddiasıydı.darbeyi meşru bir zemine oturtmak isteyenler sokaklarda huzursuzluk olursa bunun mümkün olacağını biliyorlardı.gazeteler olması gereken objektiflikten çoktan uzaklaşmış masa başlarında tertip edilen haberlerle halkın bakışı bulandırılmaya,hükümet yönlendirilmeye ve hata yapmaya zorlanıyordu.gazeteler basına sansür,tutuklu gazeteciler,memleket elden gidiyor,anayasa ihlal ediliyor,iltica geliyor yaygarasıyla hükümeti hedef gösteriyordu.sadece DP ve Menderes değil dini,diyaneti ve devrin masumlarını da hedef alıyorlardı.
- Artık cuntacılar hazırlıklarını tamamlamış gün sayıyorlardı.peki bu girişimde halkın tepkisi ne olacaktı?halk Menderesi seviyordu nitekim bunu sandıkta göstermişlerdi.darbeciler silahları halka doğrultmanın hesabını yapmışlardı ama yine de milleti karşılarına almak istemiyorlardı.
- Yapacaklarını halk kamuoyunda ve dış devletler nezdinde meşru göstermenin yolu şüphesiz halk desteğinden milleti sokaklara dökmenin en kolay yolu ise üniversite gençliğinden geçiyordu.gençlik hareketleri adı altında oluşturulan sokağa dökme operasyonu için Ankara'da harp okulu İstanbul'da üniversite pilot bölge seçilmişti
- İstanbul üniversitesinde polis taşlanıyor yuhalanıyordu gözaltına alınanlar daha sonra arka kapıdan bırakılıyorlardı.meşhur harbiyeliler yürüyüşünün ardından darbe söylentilerini sağır sultan bile duymuştu.
- Mayısın 26'sını 27'sine bağlayan gece cuntacılar uyumamıştı.gece 03:30 sularında tankların paletleri dönmeye başladı.İstanbul ve Ankara'da harekete geçen cuntacılar daha sonrada olduğu gibi önce silah arkadaşlarına ve komutanlarına yöneldiler ya ikna edilecekler yada etkisizleştirileceklerdi.
- Genel kurmay başkanı Güçlü ERDELHUN'u tutukladılar.evine tutuklama için giden üsteğmen artık o devirler bitti diyerek genel kurmay başkanını tokatlıyordu.cuntacıların kurduğu Milli Birlik Komitesi,bakanları,hükümet üyelerini ve DP yöneticilerini tek tek tutukladı.darbe yapıldığı tüm yurtta yankılanırken olayı radyodan dinleyen BAYAR'ın tutuklanarak harp akademilerine getirilmesi uzun sürmeyecekti.Menderes ise darbeyi Eskişehir'de öğrenmiş Kütahya'ya hareket etmişti.kütahya DP'nin meclise girdiği 1946 seçimlerinde Menderesi vekil olarak Ankara'ya göndermişti şimdi aynı Kütahya Menderesi Yassı adaya uğurluyordu.cuntacılar orduyu ve hükümeti tamamen ele geçirmişti.meclisin fesh edildiğini ve bütün siyasi faaliyetlerin durdurulduğu tebliğinde bulundular.sokağa çıkma yasağı ilan edildi.ancak ne var ki yasağa rağmen dışarıda sevinç gösterileri yapan CHP'lilere bırakın uyarı yapılması gösterilerine devam etmeleri için destek dahi veriliyordu.
- 3.ordu komutanı Ragıp GÜMÜŞPALA'nın şayet darbeyi yapanların rütbesi benimkinden düşükse ordumla Ankara'dan yürüyerek isyancıları tutuklayacağım açıklamasının üzerine özel bir uçakla emekli orgeneral Cemal GÜRSEL İzmir'den İstanbu'la Milli Birlik Komitesinin başına getirildi.
- Devlet erkanı erlerin teğmenlerin elinde oyuncak yapılmış dün devleti yöneten insanların onurlarıyla oynanıyor savaş esirine yapılmayacak aşağılamalar genelkurmay başkanına Çanakkale gazilerine reva görülüyordu.darbe yapan cunta genelkurmay başkanının rütbelerini sökerek erlere tekmil verdiriyordu.devlete onlarca yıl hizmet etmiş insanlara akıl almaz işkenceler ediliyordu.sanıklara düşükler yakınlarına kuyruklar diye lakap takmışlardı.yassı adada yaşananların sadece bir kısmı dışarıya taşmaya başlamış bu kadarı bile halkı huzursuz etmeye yetmişti..işte bu maksatla düşükler yassı adada filmini çekmiş maksat sanıkların rahatları yerinde görüntü vermişlerdi ancak o filmde dahi insanları aşağılamayı unutmamışlardı.milletin tepkisini sınamak isteyen cunta halkın rahatsız olduğunu fark edince filmi yayından kaldırmıştı.halkın bu tepkisi karşısında milletin içinde oluşabilecek bir mukavemetin önüne geçebilmek için Menderes iktidarını bir cani gibi gösterdiler.öğrencilerin öldürülüp kıyma makinasında öğütüldüğü yalanları darbeden sonra manşetleri süslemişti.
- 14 ekimde başlayan yargılamada 19 dava gündeme geldi,ama mahkeme sonu belli tiyatrodan başka bir şey değildi.bunun en büyük itirafçısı da mahkeme başkanıydı.hukuk hukuk değil,metot metot değil,hakimler hakim değil her şey tam bir felaketti.
- Yassı ada mağdurları aileleri ile görüştürülmüyorlardı öyle ailelerine ve avukatlarına otellerde yer bile verilmiyordu.yargılama süresince Menderes ailesiyle tek bir defa görüşemezken avukatıyla sadece bir defa sadece yarım saatliğine görüşmüş avukatın müvekkilinin söylediklerini not etmesine dahi izin verilmemişti.halbuki daha sonraki yıllarda 30-40 bin kişinim ölümüne neden olan bölücü başı apo aynı yerde avukatlarıyla istediği zaman görüşmüş ziyarete gelen ailesine misafirhaneler tahsis edilmişti.
- Tabi ki burada amaç sanıkları yargılamak değil başta Menderes ve Bayar'ı küçük düşürmekti davaların isimleri bile ya iftira yada intikam hesapları yapıldığını ortaya koyuyordu.köpek davası,dolandırıcılık davası,bebek davası vb.11 ay süren davalarda bir hukuk cinayeti bir insanlık suçu işlendi.gün yüzüne çıkan kayıtlarda Menderes ile mahkeme başkanı arasında geçen diyalog her şeyi özetliyordu.mahkeme başkanı selim BAŞOL'un devleti yönetenleri azarladığını duymayan kalmamıştı BAŞOL tutukluluk şartlarına itiraz eden MENDERES ve arkadaşlarına sizi buraya tıkan kuvvet böyle istedi diyordu.
- Mahkeme adı altındaki bu eziyet ve aşağılamalar her geçen gün devam ediyordu.Dövülmelerin ve işkencelerin boyutları artmış ve artık insanlar ölmeye başlamışlardı.
- 15 eylül 1961'e gelindiğinde sözde yüksek adalet divanı 15 sanık için idam kararı verdi.Menderes sağlık sorunlarından dolayı mahkemeye gelemedi ve son savunmasını yapamadı.cunta 16 eylül sabahı ilk infazları gerçekleştirmeye başladı.idam sehpasına ilk çıkarılan isim Hasan POLATKAN oluyordu.POLATKAN mahkemeye 175 sayfalık savunmasını miras bırakıyordu.ardından Fatim Rüştü ZORLU idam sehpasına çıkarıldı.Zorlunun ailesine yazdığı tek bir mektup vardı.Adnan MENDERES rahatsızdı yataktan kalkacak mecali yoktu.ama cunta milletin iradesini idam sehpasına götürmeye kararlıydı.Menderes'i ilaçlarla ayağa kaldırdılar hastalıklarla yüz yüze olan Menderes'e sağlıklı raporu verdiler.hastaneye götürüyoruz denen Menderes idama sürüklenirken arkasından gelen güruh o karede görünmek istemiyordu.Menderes'in idamdan önceki son isteği dini telkin için imamla yalnız kalmaktı.ama ona bunu da çok gördüler.Menderes'in son sözleri şu oldu;HAYATA VEDA ETMEK ÜZERE OLDUĞUM ŞUANDA DEVLETİM VE MİLLETİME EBEDİ SAADETLER DİLERİM.BU ANDA KARIMI VE ÇOCUKLARIMI ŞEFKATLE ANIYORUM.Menderes daha fazla acı çeksin istiyorlardı.ipi canını bir defada çıkarmayacak şekilde ayarladılar.ruhunu teslim edecekken yere indirilen Menderes tekrar yukarı çekiliyordu.bu hareket bunun gibileri yüz defa assan azdır diyen savcı EGESEL'in talimatıyla üç kez tekrarlandı.darbeciler ve Milli Birlik Komitesi amacına ulaşmış milletin iradesini Menderes iktidarını al aşağı etmişti.Menderes'in ölümünden sonra ortaya çıkan kayıtlardaki sözler komitecilere cevap niteliğindeydi.
- SİZLERE DARGIN DEĞİLİM.SİZİN VE DİĞER ZEVATIN İPLERİNİN HANGİ EFENDİLER TARAFINDAN İDARE EDİLİĞİNİ BİLİYORUM.ONLARA DA DARGIN DEĞİLİM KELLEMİ ONLARA GÖTÜRDÜĞÜNÜZDE DEĞİNİZ Kİ.ADNAN MENDERES HÜRRİYET UĞRUNA KOYDUĞU BAŞINI 17 YIL EVVEL ALMADIĞINIZ İÇİN SİZLERE MÜTEŞEKKİRDİR.İDAM EDİLMEK İÇİN ORTADA HİÇ BİR SEBEP YOK.ÖLÜME METANETLE GİTTİĞİMİ SİLAHLAR GÖLGESİNDE YAŞAYAN KAHRAMAN EFENDİNİZE ACABA SÖYLEYEBİLECEK MİSİNİZ? ŞUNU DA SÖYLEYEYİM Kİ MİLLETÇE KAZANILACAK HÜRRİYET MÜCADELESİNDE SİZİ VE EFENDİNİZİ 1950'DE OLDUĞU GİBİ YİNE KURTARABİLİRDİM.DİRİMDEN KORKMAYACAKTINIZ AMA ŞİMDİ MİLLETLE EL ELE VEREREK ADNAN MENDERES'İN ÖLÜSÜ EBEDİYETE KADAR SİZİ TAKİP EDECEK VE BİR GÜN SİZİ SİLİP SÜPÜRECEKTİR.BUNA RAĞMEN MERHAMETİM SİZLERLE BERABERDİR.
Gözü dönmüş cuntacıların istediği daha fazlaydı.cunta öyle vicdansızca hareket etmişti ki Menderes'i idam etmekle kalmamış cellatların parasını da aileden tahsil etmişti.dış güçlerin piyonu cuntacılar öyle korku salmışlardı ki 1965 yılına kadar hiç bir yatırım yapılmamış üretim tamamen durmuştu.şimdi sıra darbeye destek verenlere dağıtılacak ganimete ve muhaliflere verilecek cezalara gelmişti.darbeyi yapanlar ekonomik çıkar sağlamak için ellerinden geleni yaptılar.27 mayıs emir komuta zincirinde olmamıştı.TSK içine sızan bir grup azgın azınlığın işiydi.cunta hemen faaliyete geçti.kendi fikirlerine ters mütalaa eden tam 235general,albay,yarbay,binbaşı rütbesinde 3500 subayı ordudan uzaklaştırdı.peki emekliye sevk edilen personelin primleri için para nereden bulunacaktı?darbeyi yapan cunta ülkeyi tamamen ceza evine çevirmişti.özgürlükleri rafa kaldırdılar.öyle ki Menderes'in avukatı sırf yassı adayı hatırlatır diye ada sahillerinde şarkısını yasakladıklarını anlatıyordu.silahların namluları millete çeviriliydi.dipçikler altında ezilen vatandaştı.darbeciler öyle hezeyan içindeydi ki düşman belledikleri herkesi bertaraf etme peşindeydiler.cuntacılar millet iradesinin üstünden silindirle geçmişti.üniversite,bürokrasi ve yargıda ceza ödül prensibiyle görevden uzaklaştırmalar yerlerine terfiler geldi.darbeciler kendi fikir ve yapısında olan kişileri istediği yerlere yerleştirdi.diğer bir ifadeyle tüm etkin kadroları ele geçirdiler.öyle ki bürokraside yükselme ihtimali olan Anadolu insanlarının tamamını silmişlerdi.meclis açıldığında herkes payına düşeni almıştı.ganimet paylaşımında aslan payı tabi ki darbenin çekirdek kadrosunun olacaktı.darbeciler ülkenin geleceğine müdahalenin tohumlarını da atmış oldular.müdahalelere dayanak olan TSK iç hizmetleri kanununun 35.maddesi en başta geleniydi.yıllar yılları kovaladı 27 mayısın içinde fiilen yer alanlardan bazıları darbenin çözüm olmadığını savunacaklardı.meclisin açılmasıyla darbeciler köşelerine çekilmiş gibi görünse de çoktan hücrelere yayılan virüs nüks etmek için zaman kolluyordu.yassı ada daha sonra tarihin tanık olacağı başka cuntacıların yetiştiği adeta bir darbe okulu olmuştu.gençliklerinde bu darbeye müdahil olmuşlar daha sonraki darbede de rol aldılar.12 eylülcüler 28 şubatçıların hepsinin kökeni 27 mayısa dayanır.
- Zaten yeniden harekete geçmeye uygun sistemi çoktan oluşturmuşlardı.darbeciler baştan bir anayasa hazırladılar bu ilk darbe anayasasıydı.61 anayasası millet iradesine yeni ortaklar getirmişti.seçimler vardır ama pekte önemi yoktur.çünkü seçim sonrasında yapılacak olan icraatları denetleyecek kurumlar tahsis edilmişti.geride bıraktıkları sadece darbe anayasası değildi.siyasi partileri kapatan ve meclisin çıkardığı kanunu iptal etme yetkisine sahip ANAYASA MAHKEMESİ 1960 darbesiyle kuruldu.yassı ada hukukçularının hepsi adalet sisteminin en üst makamlarına getirildiler.siyasete müdahale imkanı sadece Anayasa Mahkemesi kararıyla olmadı.Milli Güvenlik Kuruluda 61 darbesinden sonra hayatımıza girdi.Milli Güvenlik Kurumu toplantıları hükümetlere göz dağı verilen yer oldu.askeri vesayeti siyasetin içine yerleştirmişlerdi.darbeleri yapanlar sivil mahkemelerden korktuklarından dünyada eşi benzeri olmayan bir uygulamaya imza atıp ASKERİ YARGITAY'ı açtılar.cunta halkı kurtardığını öne sürmüştü.ancak özgürlükleri kısıtlamakla kalmadı Türkiye'ye ekonomik anlamda da büyük darbe indirdiler.ülkeye onlarca yıl kaybettirdiler.AB'nin temeli olan ortak pazarla ilişkileri tamamen bitirdiler.idamlar üzerine AB üst düzey yöneticileri biz dün görüşüp anlaştığımız insanları idam edenlerle görüşmeyiz diyerek Avrupa'nın kapılarını kapadılar.bu ekonomik büyüme kapısındaki Türkiye ye büyük zarar verdi.
- Rabbim bu ülkeye bir daha böyle acılar yaşatmasın duaları edilirken başka felaketlerin ne yazık ki temelleri çoktan atılmıştı.
20 Şubat 2015 Cuma
VI.Mehmet Vahdettin Han
- Ben milletin ateşli külü üzerine oturdum;taht-ı saltanatın kuş tüyünden minderleri üzerine oturup gömülmedim!bunlardan kimseye bahsedilemiyor,millete de malumat verilemiyor.elbette bir gün tarih bu haka yıkı(hakikatleri)yazar.
- Kimilerine göre VI.Mehmet Vahdettin,saltanatı bırakıp kaçan hain,kimilerine göre ajan,kimilerine göre vatanseverdi.hakkında söylenen ve söylenmeyen çok şey olmasına rağmen değişmeyen tek şey vardır ki o Osmanlının son imparatoruydu.
- Abdülhamit tahttan indirildikten sonra yerine V.Mehmet REŞAT getirilmişti.Mehmet Reşat sakin karakterli iyi insan olmasına rağmen siyasetten oldukça uzaktı.kendinden önce gelen sultanların akıbetlerini bilmesi nedeniyle ittihatçılardan korkar onlara itiraz bile edemezdi.ittihatçıların her isteği saray tarafından kabul görürdü.öyle ki Mehmet Reşat'ın adı halk arasında dolmabahçe noterine çıkmıştı.
- Abdülhamit'in denge politikası bir kenara bırakılmış osmanlı ittihatçıların yönetiminde sona doğru ilerliyordu.Çengelköy'de münzevi bir hayat yaşayan Vahdettin bu gerçeği görmekteydi.ancak asıl felaket onun dönemine denk gelecekti.
- İttihak ve terakkinin ateşli kadrosu büyük bir heyecan içinde devlet-i Ali Osmanlıyı büyük cihan harbine sokuyordu.ancak bu kadrolar ne kadar ateşli ise o derecede tecrübesiz ve yeteneksizdi.tahttan indirilen Abdülhamit ülkenin felakete sürüklendiğini haykırsa da onu dinleyen pek olmayacaktı.
- İttihatçıların idaresinde ülke taraflardan biri olarak cihan harbine giriyordu.peş peşe gelen Alman ve Avusturyalı komutanları büyük bir keyifle karşılayan Enver paşa Osmanlı orduları baş vekili sıfatını taşımaktaydı.genç yaşına rağmen aldığı bu makam uzun yıllara dayanan tecrübelerden ziyade sarayın damadı ve ittihat terakkinin lider kadrolarının başında gelişindendi.
- Resmi tarih tezinde de yer aldığı gibi alman savaş gemilerinin Türk bayraklarıyla Karadeniz'e çıkarak Rus limanlarını bombalamasıyla Osmanlı son büyük mücadelesine başlamış oluyordu.akabinde 5 milyon km2 ülke topraklarının hemen her yerinde mücadeleye girişildi.ancak Galiçya'dan Çanakkale'ye,Sarıkamış'tan Filistin'e,Hicazdan Sina'ya kadar her cephede ölen Osmanlı askeri olmuştur.Osmanlı Çanakkale'de kesin bir çok cephede kısmen üstünlük sağlamasına rağmen yenik sıfatıyla tanışacaktı.3 milyona yakın Osmanlı evladı şehit olurken yanlış sevk ve idarenin acı sonuçları facia olup Enver paşanın karşısına dikilecekti Sarıkamış'ta donan askerimiz Arap çöllerinde yanıyordu.işte bu şartlar altında yaşanan bir gelişme Talat paşa hükümetini şok edecekti.
- Sultan V.Reşat 3 temmuz 1918'de vefat etti.o sıralarda Çengelköy'de münzevi bir hayat yaşayan veliaht Vahdettin 57 yaşındaydı.ittihatçıları sevmeyen Vahdettin abisi Abdülhamit'in denge ve bekle gör politikasını benimsemişti.Abdülhamit'in İngiliz dostu Fransız yakınlığı politikası da ayrıca vahdettin tarafından kabul görmüştü.Abdülhamit 33 yıl boyunca Alinin külahını Veliye Velinin külahını Aliye giydirmekten canım çıktı öyle kurtardık, ancak bu ittihatçılar kimseye danışmadan hatta kendi aralarında bile istişare etmeden sanki yağma varmışta geç kalınıyormuş gibi ülkeyi önce balkan harbine ardından cihan harbine ve ilk defa Alman dostluğuna kapılarak maceralara atıldılar ülkeyi bu hale getirdiler yazık değil mi?diyordu.Vahdettin'de bu gerçeği farkındaydı.ne yazık ki iş işten geçmişti.
- iç siyasette harp sonrası huzur Vahdettin'in en çok düşündüğü husustu.dış politikadaysa ancak İngilizlerle iyi münasebet kurarak harbin kayıplarını telafi edebileceğini düşünüyordu.bunların çok kısa zamanda olmayacağını da biliyordu.vahdettin tahta çıktıktan tam 119 gün sonra MONDROS imzalanmış ve savaş noktalanmıştı.halkın savaşlardan perişan olduğu,ülke kaynaklarının adeta bitme noktasına geldiği dönemde tahta oturmuştu Vahdettin.yaklaşık 4 yıl süren savaş ülke topraklarının neredeyse tamamının kaybedilmesiyle sonuçlanmıştı.3 milyona varan şehitte ülkenin genç nüfusunun bitme noktasına geldiğinin göstergesiydi.Vahdettinin tahta çıktığı dönem siyasi anlamda da ciddi bir kaosun var olduğu dönemdir.savaşa baktığınızda savaş itilaf devletlerinin galibiyetiyle noktalanmış WİLSON ilkeleri yayınlanmış ve Amerika fiilen savaşa girmişti.ABD Almanya'ya asker çıkarmamıştı ama Avrupa'ya asker çıkararak savaşın itilaf devletlerinin lehine çevrilmesini sağlamıştı.işte böylesi bir durum Osmanlının en azından mevcudu koruyalım sürecine itilmesine neden olmuştu.bunun yanı sıra Arap isyanları ve ermeni hareketleri de Osmanlıyı yıpratmıştı.vahdettin işte böyle bir Osmanlı devralmıştı.insanlar Vahdettin'i değerlendirirken şu hataya düşer sanki bağımsız bir devlet vardır,onun başşehrinde padişah oturmaktadır,yetkisi vardır,ordusu vardır,bakanlar kurulu vardır ve bunların hepsi kendi yetkisi altındadır.bunların hiç biri yoktu hatta padişahlar arasında sakal bırakmayanlardan birisidir vahdettin.halbuki çok dinar olmasına ve ehli sünnete çok bağlı olmasına rağmen ben esir bir ülkenin padişahım bu yüzden sakal bırakmıyorum demişti.
- Savaşın galibi ingilizler sanki bütün sorumluluk Osmanlıdaymış gibi davranıyorlardı.bu arada yıldırım orduları komutanı Mustafa Kemalin geri çekilmesi barıştan başka yol kalmadığını gösteren mektubu bunlardan birisidir.
- Vahdettin tahta çıktıktan bir kaç ay sonra ittihatçıları saraydan ve BAB-I ALİ'den temizleme operasyonuna girişmişti.hoş Mondros mütarekesinin ardından ittihatçıların önde gelen kadroları Avrupa'ya kaçsa da sarayda ve BAB-I ALİ'de kemikleşmiş bir kadro bulunmaktaydı.
- Vahdettinin 15 temmuz 1919'da THE MORNİNG POST adlı gazetede çıkan mülakatında ;ben babam(Abdülmecit)gibi daima İngiltere'nin dostu oldum İngiltere'nin insaf ve adaleti sağlayacağına inanıyorum.ben milletimin babasıyım halk Rum çeteleri tarafından kırılıyor onları kurtarmak teşebbüsünde bulunmak zorundayım diyordu.
- Mustafa Kemal'in Minber gazetesine 17 kasım 1918'de verdiği demeçte hayli ilginçti.İngilizlerin Osmanlı milletinin hürriyetine ve devletimizin istiklaline riayette gösterdikleri hürmet ve insanlık karşısında yalnız benim değil bütün Osmanlı milletinin İngilizlerden daha iyilik sever bir dost olmayacağı kanaatiyle duygulanmaları pek tabiidir.
- Mustafa Kemal paşanın Vahdettin ile yapacağı Almanya seyahatine yaver olarak seçilmesine Çanakkale savaşı büyük referans olmuştu.bu seyahat ikilinin birbirlerini tanımaları ve ilerleyen dönemdeki ilişkilerinde de büyük rol oynamıştı.öyle ki bu tanışma Mustafa Kemal paşanın 9. ordu müfettişi olarak Anadolu'ya gönderilmesine kadar uzanacaktı.beklenen işgaller yavaş yavaş başlarken durumun vahametini sarayda farkındaydı.karşı mücadele için Anadolu'ya geçilmesi fikri yavaş yavaş ortaya çıkmıştı artık.Vahdettin Anadolu'ya geçilmesinin zorunlu olduğunu düşünse de dünürü Sadrazam Ferit paşa büyük bir muhalefetle karşı çıkmıştır.ancak Vahdettin bu muhalefetten sonra Anadolu'ya geçmeyi bir kez daha deneyecek Sakarya savaşından sonra başlattıkları bu girişim İngiliz tehdidiyle son bulacaktı.BİZ GİDERİZ YUNANLILAR BURAYA GİRER tehdidi sonunda gerçek oldu.Yunanlılar İzmir'e girerek işgale başladılar.bu durum Mustafa Kemal paşanın Anadolu'ya gidişini hızlandıracaktı.Vahdettin han aslında Mustafa Kemali Anadolu'da orduları teftiş etsin diye değil Anadolu'da ordu birlikleri ve halk müsaitse bir hareketi organize etmek hiç değilse bunun için ön yoklamasını yapması için göndermiştir.
![]() |
M.Kemal paşaya verilen padişah fermanı |
- İngiliz kayıtlarında Mustafa Kemal için Vahdettin'in en güvendiği paşadır SARI PAŞA(bu lakabı vahdettin takmıştır)her ne kadar Mustafa Kemal paşanın Anadolu'ya gitmesinde Vahdettin'in rolü olmadığı söylense de bu ikili Mustafa Kemal paşanın Anadolu'ya geçeceği gün Yıldız sarayının kütüphanesinde bir araya gelmişler Vahdettin;paşa paşa bugüne kadar çok büyük hizmetler ettin bunları unutun asıl şimdi yapacağın hizmet hepsinin üstünde olabilir paşa devleti kurtarabilirsin demiş ve Mustafa Kemali padişah fermanı ile uğurlamıştır.
- Her ne kadar Enver paşa Mustafa Kemal paşanın Anadolu'ya geçişini engellemek için Vahdettin'e mektup yazsa da paşa Anadolu'ya intikal etmiştir.
- Mustafa Kemal Samsun'a çıktıktan sonra Erzurum ve Sivas kongrelerini gerçekleştirmiş bu durumdan haberdar olan İngilizler saraya baskı yapmaya başlamışlar bunun neticesinde Vahdettin Kemal paşayı görevden almak zorunda kalmıştır.Mustafa Kemal paşa askerlik görevinden istifa ettiğini Erzurum'dan dilekçe göndererek bildirmiş İngiliz baskısını saraydan almış milli mücadeleye gizli olarak devam etmiştir.akabinde korkulan olmuş İstanbul işgal edilmiş yunanlılar Anadolu'ya doğru harekete geçmiş Fransızlar işgallere başlamış bunu müteakiben ölüm,idam antlaşmaları imzalanmaya başlamıştır.
- Osmanlı tarihinin en acı anıdır belki de sultan Vahdettin'in İstanbul'dan ayrılışı ona göre bu bir hicrettir.1922 yılı itibariyle Osman oğlu ailesi hanedanlığı son bulmuş 623 yıllık imparatorluğun son imparatoru aile efradını da alarak İngiliz zırhlısıyla ayrılmıştır.arkasında bir sürü soru bırakarak.Vahdettin elinde dünyanın en büyük hazineleri varken bırakın almayı saltanat yüzüğünü dahi bırakarak gitmiştir.adeta idama gider gibi sırtında bir gömleği bir kat elbisesi başında fesiyle terk etmiştir ülkeyi.daha sonrasında gerek kendisini gerekse hilafeti kullanarak ülkeyi yıpratmaya zarar vermeye çalışanlara alet olmamış ülkeden ayrıldığı andan itibaren tek bir kelime dahi etmemiş ülkeyi eleştirmemiştir.Osmanlının son sultanı sürgünde özlem ve sefaletle boğuşarak 16 mayıs 1926 yılında SANREMO'da hayatını kaybetmiştir.ölümünden sonra borçlarından dolayı cenazesine haciz konmuş daha sonra bu haciz kaldırılmış Müslüman topraklarına gömün vasiyeti yerine getirilmiş ŞAM'da defnedilmiştir.
- Sevr antlaşmasını imzaladığı için hain denildi antlaşmayı damat feritin imzaladığı ortaya çıktı.
- Saltanatı bırakıp kaçtı denildi saltanat TBMM tarafından 1 kasım 1922 de kaldırılmış ve Vahdettin'in üzerinde sadece halifelik makamı kalmıştı.
- 5 kasım 1922 de İsmet İNÖNÜ ve heyeti trenle Lozan'a hareket etmiş İngiltere,Fransa,ve İtalya barış görüşmelerine Osmanlı Hükümetini de çağırmış Ankara Hükümeti İstanbul Hükümetinin bu işe karışmamasını istemiş TBMM'de bu tepkiler dile getirilmişti.Vahdettin şayet Lozan'a kendisi de giderse Lozan'da işlerin daha da karışacağını düşünerek gitmemiş daha sonra bunun içinde eleştirilmişti.gitmeyerek Ankara Hükümetinin işini kolaylaştırmıştı halbuki.
- Vahdettin'in ölüm haberini Adana'da alan Gazi Mustafa Kemal paşa çok namuslu bir adam hayatını kaybetti isteseydi Topkapı sarayının bütün cevahirini götürebilirdi demişti.
- VI.Mehmet Vahdettin han Osmanlı imparatorluğunun 36.ve son padişahı 115.İslam halifesidir.


17 Şubat 2015 Salı
İTTİHAT VE TERAKKİ
- italya tarihinde büyük bir rol oynayan carbonarilerin eski bir maden ocağında toplanmış 3-5 kişiden meydana gelmesi gibi ittihak ve terakki,protoplazmasını 1889 yılının 21 mayıs günü tıbbiye-yi şahanenin kuytu bir köşesinde kurdu.
- İlk gönüllüleri satıhçı beş adamdır.Ohrili İbrahim TEMO,Arapkirli Abdullah CEVDET,Diyarbakırlı İshak SUKUT-İ,Kafkaslı Mehmet RAŞİT ve Bükülü Hüseyinzade ALİ'dir.
- Bu adamlar kızıl sultan diye adlandırdıkları sultan ABDÜLHAMİT HAN rejimine karşı birleştiler
- İlk isimleri ittihad-i osmani idi.
- İttihat ve terakki(birlik ve ilerleme),bu iki kavram anadolu topraklarının yaklaşık yüzyıllık tarihini dolaylı yahut doğrudan etkilemiştir.kelime anlamından çok ülkeye getirdikleri ve götürdükleriyle önem kazanmışlardır.görünüşte gençlik ateşiyle ve özgürlük heyecanı ile başlayan bu hareket ne yazık ki öyle bir problemlerin doğmasına neden olmuştur ki bu problemler bugün hala bu ülkeyi ve insanlarını tedirgin edecek niteliktedir.
- İttihat ve terakki hareketinin miras bıraktığı alışkanlıklar sonraki yıllarda kendini gösterip türkiye'nin demokrasi yolculuğuna her on yılda bir sekte vurmuştur.
- Osmanlı gelişmişlik anlamında batıdan uzak kaldığını anlamasıyla ıslahat hareketlerini başlatmıştı.1856'da ilan edilen ıslahat fermanı bunun en somut örneğidir.ingiliz ve fransızların baskılarıylada olsa hazırlanan bu ferman önemli bir adım olmuştur.
- 1800'lü yılların ortalarında yeni osmanlılar hareketinin ortaya çıktığı görülmektedir.Namık KEMAL,Ziya paşa ve Mithat paşa önemli isimler arasında gösterilmektedir.önceleri barışçı yollarla meşrutiyet arayan yeni osmanlılar sonralarda darbe girişiminde bulunmuşlardır.yeni osmanlıların avrupa'da sürdürdüğü çalışmalarda Fazıl paşanın rolü iyice ortaya çıkmıştır.
- Meşrutiyeti ilan edilmesinde o dönemin en etkili ismi mithat paşadır.30 ağustosta tahta çıkan 2.Abdülhamit'le pazarlıkları bizzat kendisi yapmıştır.Abdülhamit'in ilk icraatlarından biri kanun-i esasinin hazırlanmasıdır.23 aralık 1876 kanuni esasinin ilanıyla Mithat paşa sadrazamlığa getirilmişti.ilk defa Türk kamu hukukuna pozitif bir hukuk sistemi girmiş oluyordu.1.meşrutiyet ve onun anayasası olan kanun-i esasi dolayısıyla kendisinden sonra gelecek olan tüm anayasalarada bir öncülük bir ilklik yapacaktı.Abdülhamit kanun-i esasiyi ilan etmekle Jöntürk hareketlerinide mutlu ve memnun etmişti.kanun-i esasiyi hazırlayanlara baktığımızda Sultan Abdülaziz dönemindeki genç türklerdir.genç türklerin hazırladıkları bu anayasa 1832 Belçika anayasasıyla tıpatıp aynıdır.ancak bu kadar yetkisi olan ve pazarlıklar yapan Mithat paşa 5 şubat 1877'de sürgüne gönderilmiştir.
- 14 şubat 1877'de kapılarını açan meclis çatısı altında 90 müslüman 51 gayri müslim yer almaktaydı.mecliste gayri müslim vekiller ne kadar organizeyse müslüman vekiller bir o kadar dağınık görüntü sergiliyorlardı.mecliste balkanların özgürlük ve özerkliğinden ermenilere daha çok hak verilmesine kadar bir çok hassas konu tartışılıyordu.ancak bu büyük özgürlük ortamı fazla ömürlü olmayacaktı.
- Meşhur 93 harbinin başlamasıyla birlikte meclis mecburi bir tatile girecekti.daha yılını dolduramayan parlemento Abdülhamit tarafından dondurulacaktı.kimileri tamamen kapattığını söylesede kapatmamış dondurmuştu.şayet böyle olmasa parlementoyu oluşturan meclis-i mebusan ve ayan üyeleri yaşadıkları sürece maaşlarını alamazlardı.Abdülhamit cezaevinde olmayan ve sürgüne gönderilmeyen bütün ayan üyelerine başkentte kaldıkları sürece 28 temmuz 1908 yılına kadar maaşlarını ödetmiştir.
- Osmanlı ordularının kahramanlık destanlarına rağmen 93 harbi ne yazıkki hüsranla sonuçlanmıştı.sonuçlanan sadece savaş değildi özgürlük ortamıda yerini İSTİBDAT'a bırakmıştı.bu arada askeri okullarda şekillenmeye başlayan gizli gruplar gelecek yıllarda ülkeyi farklı maceralara sürükleyeceklerdi.
- Yeni dönemle birlikte Abdülhamit daha kontrollü herşeyden haberdar olmayı isteyen bir yönetimi tercih ediyordu.cidi bir hafiye ve jurnal sisteminide beraberinde getiren bu tercihin amacı kendisine karşı yapılacak bir darbeden haberdar olabilmekti.ancak şunu kabul etmek gerekir ki jurnalcilerin hafiyelik konusunda eğitimsiz olmaları ve sağlıklı raporlama yapamamaları halkın içinden kimi kesimlerin yanlış istihbarattan ötürü zarar görmelerine neden olmuştu.istibdat yönetimi 2. meşrutiyetin ilan edilmesine kadar olan kısmende olsa baskı ve sansürlerle geçen bir dönemdi.
- İşte hem Abdülhamid hanı tahttan indirmek hemde meşrutiyeti yeniden getirmek için ittihad-i osmani kurulmuştu.ancak ne ilginçtir ki sonrasıyla ilgili bir çoğunun net bir fikri yoktu..
- Kurulan bu gizli cemiyet italyada'ki Carbonari mason cemiyetinden çok etkilenmişti.üye kayıtlarından yeminlerine kadar teşkilata uygulamaları adeta mason ayinlerinin kopyasıydı ve bu gelenek ittihat ve terakki yapısında da aynen korunacaktı tıpkı diğer gelenekler gibi.teşkilat,
- Üyelerini hiç bir zaman isimle kaydetmiyor üyelere numara veriliyor o numaralardan üyelere ulaşılıyor buda üyelerin rahat gizlenebilmelerini sağlıyordu.
- Bir bahaneyle paris'e giden Ahmet RIZA'nın jön türklere katılmasıyla cemiyetin avrupa günleri başlamış oluyordu.bu arada faaliyetleri tespit edilenler osmanlı coğrafyasının değişik yerlerine sürgün ediliyorlardı.avrupaya kaçmak o dönemde neredeyse moda haline gelmişti.cemiyetin avrupa'daki hamileri ağırlıklı olarak masonlardı.4 şubat 1902 cemiyet hareketleri için önemli bir tarihti çünkü bu tarihte paris'te yapılan toplantı bütün jöntürkleri kapsamaktaydı.toplantıda alınan en önemli karar osmanlı topraklarında hızla teşkilatlanmak oldu.bu noktada cemiyet mason localarının büyük desteğini aldı ittihak ve terakkiciler abdülhamitten saklana bilmek adına mason localarıyla aynı çizgide hareket etmeye başlamışlardı.
- Abdülhamit sadece meşrutiyet isteyen terakkicilerle değil aynı zamanda emperyal güçler olarak adlandırılan batılı güçlerin oyunlarına alet olan ermeni ve rumlarlada uğraşıyordu.diğer milletlere mensup çeteler ne yazıkki ciddi sorunlara neden oluyorlardı.yüzyıllardır bir arada osmanlılık ruhu ile yaşayan milletler hayali vaatlerle birbirlerine düşürülüyorlardı. işte tamda böyle bir ortamda 21 temmuz 1905 yılına gelindi.Sultan Abdülhamit'e düzenlenen bombalı saldırı gerilimi hat safhaya çıkarmıştı.ermeni terör çetelerinin yaptığı bilinen bu olay padişahın bir kaç dakikalık gecikmesiyle başarılı olamamıştı.buna en fazla ittihatçılar üzülmüşlerdi.hatta Tevfik FİKRET üzüntüsünü bir şiirle dile getirmişti.ittihatçıların selanik dışındaki bir büyük üssüde izmir'di.genelde askeri kıraathanesinde toplanan ittihatçılar hayal dünyalarının genişliği ile dikkat çekmekteydiler.yıllar sonra bir çok anıları yayınlanan ittihatçıların cumhuriyet döneminde bir çok bürokratik makamlarda görev aldıkları tespit edilmiştir.osmanlı hakimiyetini dağıtmak ve etkisizleştirmek amacıyla ülkenin hemen her yerinde faaliyetlerini yürüten yabancı gizli servisler 1906 yılı ile birlikte bir araya geliyor bir konsorsiyum oluşturuyorlardı.yaklaşık yüz yıldır devam eden sıkıntıların temelinde yatan nedenlerden biri böylece oluşmuş oluyordu.bu arada osmanlı sarayını arap ve arnavut muhafızları var diye eleştiren ittihatçılar kadrolarına her dil,din ve ırktan insanları dahil ediyorlardı..
- 1906 yılı itibariyle toplanan ittihatçılar balkanlarda dağa çıkmak için silah kuşanıyorlardı yani osmanlı subayları osmanlı ordusuna karşı dağa çıkıyordu.balkanlarda istediği desteği arkasına alan ittihatçılar komite faaliyetlerine başlamışlardı.Enver bey Tikveşte,Niyazi ve Eyüp Sabri beyler Ohride dağa çıktılar.isyanı bastırmaları için gönderilen ordunun bir kısmıda isyancılara katılınca istanbul zora girmiş oldu..birde buna şemsi paşa suikasti eklenince dağa çıkanlarda ciddi bir artış oldu.ittihatçılar 1908 Firzofik'te halkı meydana toplayarak hürriyet ve meşrutiyet eylemi yaptılar ardından bölgeye gönderilen kuvvetlerin başarısızlığı ve durumun hasasiyetinin artması üzerine kanun-i esasiyi yürürlüğe koyan Abdülhamit 23 temmuz1909'da meşrutiyeti ikinci defa ilan etti.sonunda ittihatçıların ve diğer grupların istediği oluyordu.onlara göre tüm sıkıntılar son bulacak herkes memnun olacaktı.hayal aleminde belki böyleydi ancak gerçek oldukça farklıydı.aralık ayına kadar seçim yapıldı seçimlerde ciddi bir baskı vardı.sonunda 17 aralık 1908'de meclisi mebusan açıldı.meclisi ala üyeleri padişahı kapıda karşılıyorlardı.abdülhamit açılıştan memnun olduğunu ifade edecek ve vekillere bir ziyafet verecekti.ilginçtir ittihat ve terakki cemiyeti 1908'den 1911'e kadar olan ilk dört kongresini selanikte gizli olarak yapmış ve merkez komitesi kamuya açıklanmamıştı.
- İttihat ve terakki karşıtları mecliste şeriat sloganlarıyla meclisin etrafını kuşattılar o dönem siyasi cinayetlerin en fazla işlendiği dönemdi.olayların çığrından çıkmasının ardından balkanlardan hareket ordusu adında bir kuvvet istanbul'a geldi.MahmutŞEVKET PAŞA komutasındaki bu kuvvet ağırlıklı makedonlardan kuruluydu.hareket ordusunun öncüleri ve asıl kuvveti istanbul'a gelirken ciddi gösteriler yapıldı.halkın bir kısmı bu kuvvete sevgi gösterilerinde bulunmuştu.31 mart vakası olduğu sırada Enver paşa ve Mustafa Kemal selanik'teydi.hareket ordusu olaylardan 11 gün sonra geldiği istanbul'da isyanı kanlı bir şekilde bastırdı aslında olaylar çoktan durulmuştu.peşpeşe idamlar yaşandı.ittihatçıların muhalifleri adeta kim vurduya gitmişlerdi.ancak hareket ordusu durulmuş isyanı bastırmakla kalmamış yağmayada başlamıştı.31 mart olayından sonra gerekli ortamı bulan ittihatçılar Abdülhamit'in halli için meclisten gerekli bildiriyi zor kullanarak çıkardılar.can korkusu yüzünden itiraz eden olmadı.senatodan seçilmiş dört kişi Abdülhamit'e hal kararını bildirmek üzere yıldız sarayına gittiler. giden dört kişilik heyette daha sonraki yıllarda ihanetleri ispatlanacak kişiler vardı.mesela emanuel KARASU musevi bir mebustu abdülhamit'e çok sayıda arkadaşını ispiyon etmişti Esat TOPTAN-İ balkan savaşındaki ihanet eylemleri tespit dilen bir mebustu.bir islam halifesi bir Türk devlet başkanı tahttan indirilecek kararı tebliğ etmeye gidecek ne bir müslüman nede Türk bulamamışlardı.Abdülhamit kendisini hangi gerekçeyle hal ettiklerini sordugunda ellerindeki fetvayı gösteriyorlardı.fakat fetvanın hikayeside ilginçti.o zamanlar fetvayı şeyhülislam yazmaz fetva emini yazar şeyhülislam imzalardı.usul böyleydi.dolayısıyla o zamanki şeyhülislam Ziyaüttin efendi fetva emini Hacı Nuri efendiden fetvayı getirmesini istediğinde Hacı Nuri efendi fetvayı yazamayacağını söylüyor bir din adamı olduğunu hakikat neyse ancak onu yazabileceğini belirtiyordu.çünkü öne sürülen gerekçelerin hiç biri Abdülhamit'te yoktu.gerekçelerde şunlardı..
- 1.müslümanların imamı olan kişi bazı şeriatla ilgili meseleleri kitaptan çıkartıp atsa,bu kitapları yasaklasa,yırtsa ve yaksa
- 2.devlet hazinesisini israf edip şeriata aykırı şekilde harcasa
- 3.idare ettiği insanları şeri sebep olmadan öldürse,hapis etse ve halkın içine fitne soksa gibi bazı gerekçeleri öne sürmüşlerdir..öncelikle günümüzde de diyanet işleri musaf kurumunun damgası mühürü olmadan bir kuran-ı kerimin satılması mümkün değildir.onlar onaylayacak sonra dağıtımı yapılacaktır.o dönemde de matbaada kuran-ı kerim ve hadis kitapları basılmış ancak içlerinde özellikle şeri kanunlarla ilgili olan bölümleri yanlış yazılmış ve saptırılmıştı.bunu okuyan islam ilim adamları bunları tespit ettirmiş yasaklamış ve yakarak imha ettirmişlerdir.
- O devirde 200 milyonluk dış borcu 30 milyona kadar indiren Abdülhamit'in müsriflikle suçlanmasıda garipti.ayrıca 31 mart olaylarınında Abdülhamit tarafından organize edildiği söylenmiş Abdülhamit bu olayla alakalı bir tahkikat heyeti kurulmasını,mecliste bir soruşturma kurulu oluşturulmasını mahkeme yapılmasını istemiş kendini savunmak istediğini dile getirmişse de özellikle ayan reisi Sait paşa bunu istememiş hatta böyle bir şey olursa halimiz nice olur burada oturamayız demiştir.
- Halkı idam ettirdiği hapsettirdiği idda edilen önüne gelen idam kararlarını dahi imzalamayan bir kişiye hiç bir gerçekliliği olmayan ve ispatlanamayan iftiralarda bulunulmuştur.abdülhamit gelen heyete bunları yapmadığını söylesede o kişiler oraya tebliğ için geldiklerini söylemişlerdir.
- Bu gerekçelere inanmayan fetva emini Hacı Nuri efendi tehdit edilerek fetva yazdırılmıştır.
- Akli dengesi konusunda soru işaretleri olan Mahmut ŞEVKET PAŞA kimseye sormadan Abdülhamit ve mahiyetini Selanik'teki alaattini köşküne gönderdi.ittihat ve terakki zihniyeti daha sonraki yıllara öyle bir miras bırakmıştı ki bundan kurtulmak adeta imkansız hale gelmişti.bunlardan biride ordunun siyasete bulaşması adeta siyasi parti gibi davranmasıydı.MİNBER gazetesinin binbaşı Mustafa KEMAL ile yaptığı ve19 mayıs 1918'de yayınlanan röportajında Mustafa KEMAL siyasete batmış ittihatçıların kongresinde şöyle diyordu;UFUKTA TEHLİKE BULUTLARI GÖRÜYORUM ORDUNUN SİYASETE KARIŞMASI İŞİ ARTIK BİTMELİDİR ASKER KIŞLASINA,SİYASETÇİ SİYASET SAHNESİNE DÖNMEZSE HERŞEY MAHVOLUR.ayrıca Mustafa KEMAL paşa bir demecinde HER NE KADAR KENDİMDE ORDUDAN,MUHAREBELERDEN VE ASKERİ HUSUSLARDAN BAHSETMEK İÇİN KUVVETLİ BİR SELAHİYET GÖRÜYORSAM DA SİYASETTEN BAHSETMEK HUSUSUNU İLGİLİLERE BIRAKMAYI UYGUN GÖRÜYORUM diyordu.aslında Mustafa KEMAL paşa durumun vehametini görmüştü.nitekim bunun en ağır sonuçları ne yazık ki balkan savaşlarında alınmıştır.kuruluşlarında ittihatçılarında önemli rol oynadıkları balkan çeteleri osmanlıdan toprak koparacak duruma gelmişlerdi.peşpeşe yaşanan balkan savaşları avrupadaki topraklarımızın büyük bir kısmının elden çıkmasına neden olacaktı.Bulgar ordusu çatalca'ya kadar gelmişken ordumuzun subayları ittihatçılık ve alaylık kavgası ediyorlardı.balkan savaşlarındaki yenilgi yetmiyormuş gibi yeni bir terimlede tanışıyorduk.askeri darbe.. ülkemizin daha sonraki yüzyılında etkili olacak olan bu terimin ilk uygulayıcılarıda onlar olacaktı.23 ocak 1913 günü Bab-ı Ali'ye gelen Enver bey ve fedaileri yönetime silah zoruyla el koyuyorlardı.artık perde arkasından yönetim bitmişti.bu baskın sırasında baş kumandan vekili Nazım paşa öldürüldü.ancak bu iş sadece bu baskınla kalmayacak cumhuriyet döneminde kendince yorumlarla darbe yapmaya kalkanlar olacaktı.ittihatçıların yönetimi ele almasıyla cihan harbine girilecek ağır darbeler alınacak ve çöküş yaşanacaktı.ittihat ve terakki, üst düzey yöneticilerinin ölmesiyle son bulmayacak Türkiye Cumhuriyeti'ne öyle hastalıklar bırakacaktı ki vatan uzun süre bunlarla uğraşacaktı.peşpeşe gelen darbeler,muhtıralar,balans ayarlarının yanında derin oluşumların organize ettiği cinayetler toplumsal kırılma noktaları olacaktı.
- Dün bakan vuran zihniyet 27 mayısta başbakan asmıştır.yapılan her darbenin ardından buhar olup uçan milli servette cabasıdır.türkiye gelinen noktada hala ittihatçı zihniyetle beslenen derin çetelerle uğraşmaktadır.ittihatçılardan kalan bu kör zihniyet bir aha çıkarılmamak üzere tarihin kör kuyularına gömülmelidir.
- not.31 mart vakası ayrı bir başlık altında yazılacağından detaylarına girilmeden beliritlmiştir.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)