6 Ağustos 2015 Perşembe

İSTİKLAL MAHKEMELERİ


  • Olağan üstü zamanların olağan üstü mahkemeleri olarak adlandırılan bu mahkemeler bir çokları için gerekli,yaptıkları doğru ve tartışılmaz yapılardı.Çünkü dönemin şartları onu gerektirmekteydi.Yalan tarihimizin en önemli hukuk dışı organı olan istiklal mahkemelerini gerekliydi sözleriyle savunmak ciddi maharet istemektedir.Ayrıca yine aynı çevrelerce devrimin gerçekleşmesi için gerekliydi cümlesinin üretilmesinin faydadan çok zararı olduğu da ortadadır.
  • 23 nisan 1920 günü Büyük Millet Meclisinin Ankara'da açılmasıyla Anadolu'nun ortasında yeni bir mücadelenin başladığı da ilan edilmiş oluyordu.Anadolu'nun hemen her yerinden gelen vekiller zor şartlara rağmen halk iradesini amil kılma adına bir araya toplanmışlardı.Taraflı tarafsız herkesin dediği gibi bu meclis halk temsilinin sağlandığı meclisti.Böylesine bir gücün tüm zorluklara rağmen başarıya ulaşması muhakkaktı.
  • 1.meclisin yapısına bakıldığında ülkeyi kurtarma azminin tüm üyelerde olduğu rahatlıkla görülebilirdi.Hiç bir çıkar ilişkisi olmayan bu kişilerin millet dışında kimseye minnet borcuda yoktu.Bu yüzden olsa gerek meclis içinde ciddi muhalefetle karşılaşmak mümkündü.Her ne kadar muhalif kanat kemalist bir takım tarihçiler tarafından gerici ilan edilmişselerde gerçek hiçte öyle değildi.
  • Aynı dönemde meclis ve M.Kemal başkanlığındaki ERKAN-I HARP heyetinin en büyük sıkıntısı asker kaçakları ve kurulmaya çalışılan ordunun yeterli imkanları olmayışıydı.Ne yazık ki neredeyse yüzyılın başından beri yaşanan savaşlar nedeniyle Anadolu halkı bıkmış durumdaydı.Orduya ve savaşa sıcak bakmayanlar mevcuttu.birde buna İstanbul-Ankara ikilemi eklenince ciddi bir kafa karışıklığı doğuyordu.
  • Büyük Millet Meclisi kuruluşundan kısa bir süre sonra 29 nisan 1920'de HIYANET-İ VATANİYE kanununu çıkarıyordu.Ancak bu kanunun uygulanmasında normal mahkemeleri beğenmeyenler İstiklal Mahkemelerinin kurulmasını öneriyor 2 eylülde verilen teklif 18 eylülde yasalaşıyordu.Bu duruma muhalefet tepkiliydi.tepkinin nedeni meclisin üstünlüğü yetkilerin kullanılış biçimi olarak adlandırılabilir.Mahkemelerin yetkilerinin ve sınırlarının genişletilmesiyle M.Kemal'in Baş Komutanlığa getirilmesinin aynı tarihe gelmesi ilginç bir tesadüftür.M.Kemal'in 5 ağustos 1921'de Baş Komutanlığa getirilmesi üzerine istiklal mahkemeleri doğrudan ona bağlanmış oluyordu.Bu durum meclisteki muhalefet tarafından olumlu karşılanmıyordu.Bu konu hakkında söz alan Hüseyin AVNİ bey şöyle der..OLAĞAN ÜSTÜ ÖNLEM ALMAK İÇİN İSTİKLAL MAHKEMELERİ KURULDU FAKAT ZAMAN OLDU Kİ HÜKÜMET BÜTÜN İCRAATI İSTİKLAL MAHHKEMELERİNE VERİR BİR ŞEKİLDE BİZE BİR KANUN KABUL ETTİRDİ.ARTIK İSTİKLAL MAHKEMELERİNİN EL UZATMADIĞI EL KOYMADIĞI ŞEY KALMADI VE BÜTÜN HÜKÜMETİN İCRAATINI ELİNE ALDI.MECLİS ADINA HÜKÜMLER VERDİ.EFENDİLER SİZ MEMLEKETİ KURTARMAK İSTİYORSANIZ,SİZ MAHKEMELERİ YAŞATMAK İSTİYORSANIZ İŞTE BURADA 350 MAHKEMEMİZ VAR ONUN KUDRETİNİ ARTIRIN 5 MAHKEME DEVLETİN BÜTÜN TEŞKİLATINI YÜRÜTEMEZ.İHTİLALİNDE HUKUKU VAR.FAKAT BÖYLE KENDİ OYUYLA HÜKÜM SÜRECEK MADDİ VE MANEVİ SUÇ ZARAR TAKDİRİYLE HÜKÜM SÜRECEK BİR KURULUŞ DÜNYADA MEVCUT DEĞİLDİR.BU DÜNYANIN ADALETİNE SIĞACAK ŞEYLERDEN DE DEĞİLDİR.ASKER KAÇAKLARI İÇİN GEREKLİYSE YALNIZ ONUNLA SINIRLANDIRALIM BÖYLE MADDİ MANEVİ ZARAR TAKDİRİNE YETKİLİ GENEL CÜMLELERLE SINIRSIZ YORUM VE TERS DÜZ ETMEYE MÜSAİT CÜMLELERLE VERİLEN YETKİYLE VE KENDİ OYUYLA HER ŞEYİ HÜKÜM ALTINA ALMAK HER ŞEYE HÜKÜM VERMEK YETKİSİNİ ARTIK ORTADAN KALDIRMAK ÜZERİMİZE FARZDIR.Bu selzenişin meclis kürsüsünden yapıldığını hatırlatmakta da fayda vardır.Asker kaçaklarını önlemek adına kurulan istiklal mahkemeleri tüm kanunların ve meclisin üzerinde hareket ederek adeta tetikçilik yapmaktaydı.Anadolu'da bulunan işgal kuvvetlerine karşı mücadele verilirken ne yazık ki istiklal mahkemeleri kuruluş amacının dışına çıkarak adeta terör estiriyordu.Koyu bir ittihatçılık taassubunu üzerinde taşıyan bu mahkemeler kendi fikri duruşu dışında hiç bir şeye hayat şansı tanımıyordu.1920 yılının sonlarında Konya Bozkır'da AHKAM-I ŞERİYE ve Hilafete hakkıyla bağlanılmasını isteyen bir yürüyüş yapılmıştı ve 1921 yılının ilk günlerinde aynı yerden Kadı RAGIP efendi tarafından Kazım KARABEKİR paşaya ülkenin geleceğiyle ilgili bazı sorular yöneltiliyordu.Bu sorular hilafet ve saltanatla ilgiliydi.
  • TBMM Arşivi Konya istiklal mahkemeleri T2 dosya no:276'da İsmet paşanın şifreli bir telgrafından bahsedilmektedir.BÜTÜN BİR KONYA BÖLGESİ İRTİCAYA MÜSAİT BİR BLGE OLDUĞUNDAN GERİCİLİĞE MÜSAİT BİR ZEMİN OLUŞTURULDUĞUNDAN KONYA HALKININ BÜTÜNÜYLE TUTUKLANMASINA....ne yazık ki telgraf olayının devamında istiklal mahkemeleri görevi devralıyordu.sadece bozkır'da 780 kişi idam edildi.









  • Yine TBMM ARŞİVİ KONYA İSTİKLAL MAHKEMELERİ..T14 No:5 zarf 48...Konya merkezde 2300 kişi tutuklanmış 805 kişi 3 gün içinde idam edilmişti.1495 kişide kürek,kala,bende ve ömür boyu gibi çeşitli cezalara çarptırılmışlardı.
  • Birinci mecliste sert tartışmalar sürüyor ve konu saltanat ve hilafete geldiğinde adeta kıyamet kopuyordu.mecliste böylesine tartışmalarda söz alan M.Kemal şöyle demişti;BU BİR OLUP BİTTİDİR.SÖZ KONUSU OLAN MİLLETE EGEMENLİĞİNİ BIRAKACAK MIYIZ? BIRAKMAYACAK MIYIZ? MESELESİ DEĞİLDİR.MESELE BASİT BİR GERÇEĞİ TESPİTTEN İBARETTİR.BU NE OLURSA OLSUN YAPILACAKTIR.BURADA TOPLANANLAR, MECLİS VE HERKES MESELEYİ TABİ BULURSA SANIRIM UYGUN OLUR.YOKSA YİNE GERÇEK USULÜNE GÖRE TESPİT EDİLECEKTİR.FAKAT BELKİ BİR TAKIM KAFALAR KESİLECEKTİR...Gerçekten paşanın dediği gibi olacak mecliste ve dışında kafalar kopacaktı.ancak buna rağmen muhalif vekiller istiklal mahkemelerine olan itirazlarını meclis kürsüsünden dile getirmeye devam edeceklerdi.Ancak muhalefete rağmen görüntüde mahkeme süsü verilmiş bu yapı bildiğini okuyacaktı.
  • İstiklal mahkemelerinin 2.dönemi diyebileceğimiz 1923 sonrasında yapılacakları anlatacak mantıklı bir izah yoktur.Genellikle hukukla alakası olmayan heyetler kararı uygulamakta tereddüt etmeyecek dirayedteydi.İstiklal mahkemeleri denince akla 3 ALİ'den kurulu Ankara İstiklal Mahkemesi gelecektir.gezici olan bu mahkemenin üyeleri Kılıç ALİ,Kel ALİ ve Necip ALİ idi.Reşit GALİP iddia makamıydı.garip olan bu üç Ali'nin de hukukçu olmamasıydı.Ancak verilen görev ve emirleri ciddiyetle yerine getiriyorlardı.Bu mahkemeler kurucu gücü tanımak bakımından oldukça önemlidir.

  • İstiklal mahkemeleriyle ilgili Falih Rıfkı ATAY,ÇANKAYA eserinde şöyle diyordu.YENİ REJİMİN OTORİTESİ İZMİR VE ANKARA SEHPALARI ÜZERİNDE TUTUNDU.BU KESİN TASFİYE HER TÜRLÜ ALEYHTARLIĞIN VE GERİCİLİĞİN BÜTÜN CESARETİNİ KIRDI.M.KEMAL'E BAŞLADIĞI İNKILABI TAMAMLAMAK FIRSATI VERDİ.İstiklal mahkemelerinin en ilginç noktasının biride mahkemenin başına cinayet işleyen birinin getirilmesidir.Mecliste hemen herkesin gözü önünde Deli HALİT paşayı vuran bunu da mahkemede itiraf eden ama nasıl olduysa beraat ettirilen Kel ALİ bu olaydan yaklaşık bir yıl sonra istiklal mahkemelerine başkan olarak atanıyordu.
  • Gerçekten de zor zamanların mahkemesiydi istiklal mahkemeleri.1922 yılının son baharıyla başlayan yeni süreç ülkede ciddi bir ayrışmanın,halk arasında ciddi tereddütlerin yaşanacağı günler olacktı.1 kasım 1922'de büyük tartışmalar sonucu saltanatın kaldırılması ve hilafetin şimdilik kaydıyla devamı silah arkadaşlarının M.Kemal'emuhalefet etmesiyle devam edecekti.Kazım KARABEKİR,Ali Fuat CEBESOY,Rauf ORBAY gibi isimler artık muhalefette idiler.Bu noktada muhalefetin güçlü hal almasında Lozan görüşmelerinde Türk heyeti olarak dişli isimlerden ziyade İsmet paşa başkanlığında bir heyetin gönderilmesi de etkili olacaktı.Muhalif kanat Lozan'ın oldu bitti ye getirildiğinden ve meclisin yeterince bilgilendirilmediğinden dert yanacaktı.Hatta İsmet paşa başkanlığındaki heyetin gizlice İngilizler'le anlaştığını iddia edenlerde olacaktı.Mecliste M.Kemal paşanın İsmet paşayı savunmak için yaptığı konuşma sırasında iki grup arasında tartışma çıkıyor bir ara Şükrü beye çok sinirlenen Kemal paşa ellerini cebine sokarak üzerine yürüyordu.Gerginlik Ali FUAT paşanın oturumu kapatmasıyla yatışıyordu.Ancak bu olaydan hemen sonra Şükrü beyin ortadan kaybolması sert eleştirilere neden olacaktı.onun öldürülmüş olabileceğini ileri süren Hüseyin AVNİ bey hükümeti suçlamıştı.2 nisan günü Şükrü beyin öldürülmüş olduğu anlaşıldı.Apar topar yapılan soruşturma sonucu M.Kemal'in yakın koruması Topal Osman yaralı olarak ele geçirildi ve hapiste öldü.M.Kemalin taraftarı diyebileceğimiz 1.grup bunu adi bir cinayet olarak nitelerken muhalefet bunun siyasi bir cinayet olduğunda ısrarcı olacaktı.İlginçtir TBMM İttihat Terakkinin öldürülen şeflerinin ailelerine maaş bağlarken Ali ŞÜKRÜ beyin ailesine maaş bağlanmamıştı.Artık mecliste iki grup vardı.bu gruplar arasında kesin çizgilerle ayrım yaşanıyordu.Muhalefetin yoğun ısrarları sonucu istiklal mahkemeleri meclis denetimine alınıyor ardından İSTİKLAL MEHAKİMİ kanunu kabul ediliyordu.
  • Yeni mecliste Anadolu ve Rumeli Müdafa-ı Hukuk cemiyetleri birleşerek 9 eylül 1923'te Cumhuriyet Halk Fırkasını kurdular.11 eylülde de M.Kemal genel başkan oluyordu.Ancak iktidarı elinde bulunduran Cumhuriyet Halk Fırkasına karşı çok geçmeden M.Kemalin eski silah arkadaşları partinin meclis üzerindeki baskısından rahatsız oluyor 17 kasım 1924'te Terakki Perver Cumhuriyet Fırkasını kuruyorlardı.Bu parti liberal sistemden ve halkın hakimiyetinden yanaydı.genel olarak hürriyetlerden yanaydı.din düşüncesine ve inançlarına saygılı olduklarını belirtiyorlardı.Ancak çok geçmeden bu ifade partinin sonunu hazırlayacaktı.Yeni meclisin oluşması ve muhalefetin şekillenmesinden sonra istanbul'da gazetelerin başını çektiği bir muhalefet dalgası yaşanacaktı.bu konuyla alakalı mecliste gizli oturumda baş vekil ismet paşa yaptığı konuşmada istiklal mahkemelerinin derhal İstanbul'a gönderilmesini ister.muhalefetin karşı çıkmasına rağmen mahkeme İstanbul'a gönderilir.başta Ahmet CEVDET ve Hüseyin CAHİT olmak üzere bir çok isim tutuklanıp yargılanır.Bu yargılamalar sonucunda beraat etseler de bu onlar için ciddi bir gözdağı olur.Ancak yaklaşmakta olan büyük bir isyan ortalığı toz duman edecektir.
  • Hilafetin ve saltanatın peş peşe kaldırılması Anadolu'da büyük bir travmaya neden olur.halkın bir bölümünün böylesi bir durumu kabul etmeyeceği de ortadadır.
  • 13 şubat 1925'te Ergani'ye bağlı Piran köyünde isyan başlar.isyanın lideri olarak Nahşibendi şeyhlerinden Sait görülür.isyanın kısa zamanda ilerlemesi başbakan Fethi OKYAR'ı koltuğundan edecek yerine İsmet İNÖNÜ getirilecekti.Bu ayaklanmayı hocaların yaptığı karşı ihtilal olarak adlandırılması istiklal mahkemelerinin çok işine yarayacak olayla ilgili veya değil çok sayıda insanı darağacına yollayacaktı.Yine Şeyh SAİT isyanının verdiği kozla muhalefet partisi istiklal mahkemesi tarafından önce doğuda kapatılıyordu.Terakki Perver Cumhuriyet Partisi programındaki dini inançlara saygılı olunacağı beyanı partiyi tamamen kapattıracak bahane olacaktı.isyan nedeniyle muhalefet yok ediliyordu.İsyandan sonra yakalanan ele başları Şeyh SAİT ve Seyit ABDÜLKADİR başta olmak üzere çok sayıda  isim idama mahkum edilmiş idamlar hemen infaz edilmişti.yine ülkenin değişik bölgelerinde muhalif olduklarını belli etmekten çekinmeyen kim varsa hepsi istiklal mahkemelerine sevk edilmişti.bu durumdan İstanbul basını da nasibini alacaktı.İktidara göre muhalefeti destekleyen İstanbul basını ulusun gereksinimlerini anlamamakta ve kötü niyetli hareket ederek yapay bir kamuoyu  oluşturmaktaydı.çıkarılan TAHRİRİ SÜKUN kanunu çerçevesinde İstanbul'da peş peşe gazeteler kapatıldı.
  • 28 kasım 1925'te mecliste kabul edilen 671 numaralı ŞAPKA İPTİZASI hakkında kanunla Türkiye'de yeni bir dönem başlatılıyordu.kanunun uygulanmasında kullanılan kuvvetin yanında İskilipli Atıf hocanın idamı büyük etki yaratmıştır.O günlerin fotolarına bakıldığında kıyafetlerin hırpani olmasına rağmen şapkaların çok yeni olması gözlerden kaçmaz.İskilipli Atıf hocanın şapka kanunundan yaklaşık 1,5 yıl önce yazdığı kitabında batı taklitçiliğine dikkat çekiyor ve hadiselere dayanarak BİR KAVNE BENZEMEYE ÇALIŞAN ONLARDANDIR.diyordu.ancak hoca 25 aralıkta şapka kanununa muhalefetten
    tutuklanarak Giresun'a gönderilir.orada beraat eder.ancak serbest bırakılmaz Ankara'ya istiklal mahkemelerine getirilir.burada şapka kanununa muhalefetten yargılanır ve mahkum olur.Ancak savcı Necip ALİ'nin 3-15 yıl arasında ağır hapis istemesine rağmen mahkeme başkanı Kel ALİ,Atıf hoca ile yaşadığı kısa diyalogdan sonra idama mahkum eder.İdam kararının infazı esnasında mahkeme üyesi Kılıç ALİ hocanın sarığını çıkarıp yerine kafasına şapka giydirmiştir.
  • Haziran 1926'M.Kemal'in İzmir'e yapacağı gezi öncesinde mektupla yapılan ihbar üzerine suikasti fiilen yapmakla görevli olanlar suç aletleriyle yakalanıyorlardı.Suikasti hazırlayanlar olarak Terakki Perver Cumhuriyet Fırkası ileri gelenleriyle eski İttihatçıların bir kısmı gösterilmiştir.en önemli rolü oynayanların İzmit millet vekili Şükrü bey ile Kara Kemal olduğu söylenmiştir.Sanıkların yakalanmalarından sonra istiklal mahkemeleri kuruluyordu.bu noktada bir çok kişinin ismi bu olayla ilgili anılıyor ve bunlar ülkenin değişik yerlerinden toplanıyorlardı.istiklal mahkemeleri yine deliller,ifadeler ve hukuk kurallarıdışında bir yargılama yapıyordu.olayla ilgisi olduğu şüphesiyle veya Kel ALİ'nin ifadesiyle VÜCUDU ZARARLI bir çok isim mahkeme karşısına çıkıyordu.Bunlardan biride doğu cephesi kumandanı Kazım KARABEKİR paşaydı.İzmir'de yaşanan bu olay ve peşi sıra kurulan mahkeme yine muhalifleri ortadan kaldırma fırsatı gibi görülmüştür.Kazım KARABEKİR paşa ve Ali Fuat CEBESOY paşalar mahkeme esnasında subayların salonu doldurmaları sayesinde idamdan kurtulmuşlardır.çünkü CEBESOY paşa Sakarya'da milli mücadeleyi başlatan,
  •  KARABEKİR paşa doğu cephesi kumandanı olarak milli mücadelede gösterdikleri başarı nedeniyle askerler tarafından çok seviliyor milli mücadele kahramanı olarak anılıyorlardı.Mahkeme heyeti şayet onları asarlarsa ordu içerisinde bir hareketlenme yaşanacağını düşünerek idam edememişlerdir.İzmir Suikasti davasında olayla ilgili olduğu düşünülen 5 kişi olmasına rağmen çeşitli bahanelerle İzmir'de 14 Ankara'da 4 olmak üzere 18 kişi idam edilmiştir.
  • 1920-1949 yılları arasında bazen yerleşik bazende gezici olarak görev yapan istiklal mahkemelerinin gördüğü davaların önemli olanlarından Menemen olayı ve Dersim isyanlarında.isyanların bastırılışın da yaşananlar kullanılan gücün kadın,çocuk,yaşlı demeden bölgeye tümüyle uygulanması ağır bir bilançoyu ve büyük bir hataya neden olmuştur.Bu noktada yapılan yargılamaların diğerlerinden çok daha farklı olmadığı görülmektedir.evrensel ve ulusal yargı geleneğinin çok dışında hareket eden bu mahkemeler rejimin demir kolları olarak işlevlerini yerine getirmişlerdir.
  • Resmi rakamlara göre istiklal mahkemelerinde 1034 idam kararı verilmiştir.ancak yayınlanan hatıratında Cellat Kara ALİ 5216 kişiyi idam ettiğinden bahsediyor. istiklal mahkemelerine ait 400 klasörlük arşivinin Eskişehir'deki yangında kaybolduğunu hesaba katarsak bu gün dahi bu mahkemelerde kaç kişinin canına kıyıldığını tam olarak bilemiyoruz.
  • TAKRİR-İ SÜKUN kanununun verdiği müsait ortamla istiklal mahkemeleri muhalefeti yok etmişti.her türlü eleştiri yasaklanarak ülke uzun yıllar sürecek zihni bir karanlığa gömülecekti.
  • bu noktada Uğur MUMCU'nun istiklal mahkemeleri tanımı oldukça önemlidir..İSTİKLAL MAHKEMELERİ,MAHKEME SAYILMAZLAR BUNLAR SAVAŞ VE İHTİLAL DÖNEMLERİNDE RASTLANAN ANTİ DEMOKRATİK İNFAZ KURULLARIDIR.
  • İstiklal mahkemelerinin hukukla uzaktan yakından ilgisi olmadığı gibi mahkeme heyeti de hukukçu değildi.mahkum edilen kişilerin avukatlarının olmayışı,savunma tanıklarının olamayışı,hükmün temyizinin olmayışı birde buna kararların mahkeme başlamadan verilmiş oluşu eklenince ortaya çıkan durum malumunuzdur.

5 Ağustos 2015 Çarşamba

LOZAN-MONTRÖ

  • 1936 Temmuz'un da imzalanan MONTRÖ isim olarak bilinse de içeriği,getirdikleri ve götürdükleri pek bilinmemektedir.Türkiye için hayati öneme sahip olan boğazlarımızın statülerinin belirlenmesi LOZAN'da ve MONTRÖ'de gerçekleşiyordu.Ancak bu iki anlaşma da ne yazık ki net olarak bilinmemekte ve peşinen zafer olarak nitelenmektedir.bir çok gerçek o günden bu güne neden gizlendi?600 yıldan uzun bir süre üç kıta da hüküm sürmüş Osmanlının mirası üzerinde yükselen ülke TÜRKİYE.
  • Osmanlının son meclisinde alınan son karardır MİLLİ MİSAK.Ancak ne yazık ki milli mücadeleyi taçlandırmak için çıkılan yolda LOZAN'da MİLLİ MİSAK'a ulaşmaktan ziyade daha azıyla yetinmek zorunda kalınmıştır. 21.yüzyılda emin adımlarla ileriye yürüyen TÜRKİYE'de güneşin balçıkla sıvanamayacağı daha rahat görülmektedir.Fedakar insanların yaşadığı bu ülke çok daha geniş ve hak ettiği mirası kucaklayabilecek topraklar üzerinde olmalıydı.Bu noktada çok şey söylenebilir.
  • Bunların bir bölümünün haklılık payı da olacaktır.Ancak orta okul tarih kitaplarıyla sınırlı itirazlar sabun köpüğü kıymetindedir.Osmanlıyı parçalama adına her türlü rezaleti sergileyen İNGİLİZ,FRANSIZ,İTALYAN,AMERİKAN ve diğer yönetimler önde giden dostlardır.Böylesi bir tarih algısı ve böylesi bir yaman çelişki nasıl hazmedilir bilinmez.Ancak tabi ki sınırları zorlamanın da bir haddi hududu vardır.
  • TÜRKİYE özellikle 2007 sonrasında yeni bir politika açılımıyla dünyaya farklı açılardan bakmayı deniyordu.Yeni Türkiye'nin yeni politikaları eskiyi ve durumu korumayı adet haline getiren şövalyeleri tedirgin etmişti.Bu tedirginlik köşe yazılarıyla dillenirken olaylar da peşine ekleniyordu.Yıllar yılı yürütülen konum belirleyip siperden kafayı çıkarmama politikası onlara göre daha uygundu.Ancak alışkanlıkları terk etme zamanı gelmişti.
  • 2013 yılı bu anlamda Türkiye adına  oldukça önemliydi.Önemine binaen de oldukça da hızlı ve keyifli başlamıştı.Türkiye bir çok büyük projeye ya başlamıştı yada başlamak üzereydi.Çılgın proje olarak ilan edilen kanal İstanbul projesi daha ilk andan itibaren birilerini tedirgin ediyordu.2013 yılının ilk günlerinde sonuçlanan ihaleyle İstanbul'a yeni bir hava limanı yapımına başlanıyordu ve tabi yine birileri tedirgin oluyordu.Batıda tedirginlik gün be gün artarken Türkiye'nin önce yıllar yılı ayağındaki pranga olan Terör konusu ve Kürt sorununu çözme adına  attığı realist adımlar dozu artırıyordu.Buda yetmezmiş gibi IMF'ye olan tarihi borcun son taksitini ödeme günü gelirken Türkiye Japonya ile nükleer santral için imza atıyordu.Türkiye'nin o günler için ekonomik büyümesi ve Borsa İstanbul'un yükselen trendi tedirginliği ciddi  korkulara dönüştürdü.Böylesi bir noktada gezi olayları olarak tarihe geçen büyük kalkışma yaşanmaya başladı.Böylesi derin bir tahriki  belki de Türkiye ilk defa görecekti.İnsanların çevre hassasiyeti üzerinden başlayan sonraları hızla ve şiddetle hükümeti hatta devlet düzenini değiştirmeyi amaçladığı ortaya çıkan bir kalkışmaya dönüşen bir olaylar yumağıydı.
  • Böyle bir anda adına taksim platformu denilen birileri hükümet adına Başbakan yardımcısı Bülent ARINÇ'la görüşüyor ve bazı isteklerde bulunuyordu.Makul bir çok isteğin yanında Türkiye'nin devasa projelerinin durdurulmasının isteniyor oluşu bu kuklacıları gözler önüne seriyordu.Türkiye neden kanal İstanbul'u durdurmalıydı?Bir hava limanı neden yapmamalıydı?Nükleer santralleri neden inşa etmemeliydi?Gerçi aynı yıl içinde Başbakan ERDOĞAN'ın İspanya ziyareti sırasında başta İNGİLTERE,VE ALMANYA olmak üzere batılı devletlerin Türkiye'nin nükleer santrallere yakıt üretme adına zenginleştirme yapmasına şiddetle karşı çıktıklarını görecektik.Türkiye tüm bu projeleri durdurmakla kalmamalı özellikle kendi ordusu için kendisi silah üretmeyi de bir kenara bırakmalıydı.Böylesi acı istekler sol ve ilerici olduğunu iddia eden bunu da özellikle taksim ve Kızılay'da detaylarıyla gösteren kişi ve grupların olabilir miydi?Bu noktada gezi olaylarıyla her şeyin bitmediğini 17 aralık süreci adı verilen yeni bir süreçle devam ettiğini görecektik.Yine halkın genelinin ciddi tepkisini çekecek hemen hepimizin tepki göstereceği yolsuzluk operasyonu öne sürülüyordu.Ancak her şey bu kadar basit değildi.özellikle bu büyük  projeleri hayata geçirmeyi üzerine alan yüklenici firmaların sahiplerinin mal varlıklarının dondurulmak istenmesi ve bazılarının tutuklanmasına yönelik hareketler aynı yıl içerisinde yaşanan büyük tesadüflerdi.Bu noktada büyük projelerden biri olan barış süreci kapsamında K.IRAK BÖLGESEL KÜRT YÖNETİMİ LİDERİ Mesut BARZANİ'nin Başbakan ERDOĞAN'la Diyarbakır'da bir araya geldiğini ve tarihi anlar yaşandığını belirtmekte fayda var.
  • Tüm bunlardan sonra batılılar neden bu projelere itiraz edecekleri sorulabilir?
  • İstanbul'un kuzeyinde yapılması planlanan ve yıllık 100 milyon yolcu kapasiteli olması hedeflenen cumhuriyet tarihinin en yüksek ihale bedeline sahip 3.hava limanı projesi batılıları neden endişelendiriyordu?Ne ilginçtir ki kimi amerikan üniversitelerini bitirip türlü desteklerle gazete köşelerini kapatan birileri halkımızın böyle projelerin peşinden neden koştuğunu ceplerine ekstra bir şeylerin girmeyeceğini halkımızın projeleri desteklemesinin saçma olduğunu yazacak kadar hadlerini aşıyorlardı.Olayın aslı ise çok farklıydı oysa.
  • Böylesi bir hava limanı son yıllarda iyiden iyiye yükselen Türk havacılığını daha da ileri götürürken aynı zamanda İstanbul'u Londra ve Frankfurt'un önüne geçirecekti.Yani İstanbul Megahub olarak adlandırılacak bir bağlantı ve dağıtım noktası haline gelecekti.3.hava limanı devreye girdiğinde İstanbul yıllık 100 milyon yolcuyla 63.milyonluk Heathrow ve 45 milyonluk Frankfurt'un önünde yer alacaktı.Yapılan hesaplara göre 3.hava limanı bittiğinde sadece orta doğudan 14 milyar dolarlık gelir beklenmekteydi.Avrupa ve Asya bağlantıları eklendiğinde rakam 20 milyar dolar civarı olacağı tahmin edilmekteydi.Bu noktada İstanbul coğrafi avantajlarının da önemli olduğunu vurgulamakta fayda var.İstanbul ve dolayısıyla 3.hava limanı coğrafi konumu nedeniyle 50'ye yakın ülkeye 3 saatlik uçuş mesafesindedir.Buna 4 ve 5 saatlik uçuşlarda eklendiğinde İstanbul'un coğrafi konumunun ortaya çıktığı görülür.bu durumda doğal olarak hem İNGİLTERE'yi hemde ALMANYA'yı ciddi anlamda tedirgin edecekti.O nedenle olsa gerek bu ülkelerin dünyaca bilinen medya kuruluşları özellikle savaş muhabirlerini taksime göndermişlerdi.İstanbul'da yapılacak büyük hava limanı megahub olacak ve diğer iki ülke ciddi bir gelirden olacaklardı.böylesi bir gelir kaybını tolare edemeyecekleri de bilinmelidir.
  • Diğer projede kanal İstanbul projesidir.Proje başbakan Erdoğan tarafından ilk açıklandığında  birileri yanmış gibi bağırıyor ve projeyi görmeden  karalama kampanyasına başlıyorlardı.Bu proje gerçekleşirse Montrö bypass olurmuş.Bunun yapılması kimi batılı dostları rahatsız edermiş.Bu projenin önemini anlamak için önce boğazlarımızın kaderini LOZAN ve MONTRÖ üzerinden anlamaya çalışalım.
  • Üzerinde güneş batmayan imparatorluktu BİRLEŞİK KRALLIK.Her ne kadar resmi olarak artık yoksa da fiili olarak bu hala devam etmektedir ve ne ilginçtir İngilizler dünyadaki bütün deniz ve hava taşımacılığını bir şekilde ellerinde tutmuşlardır.Bütün deniz yollarını ya cebren ele geçirmiş yada siyasetle kontrolünde tutmuştur.Gerçekten de İngilizler coğrafik keşifler dönemiyle başladıkları su yolları hakimiyetlerini bugüne kadar getirmişlerdir.Dünyada ki belli başlı su yolları ya bir şekilde onların kontrolündedir yada buralarda bir dedikleri iki edilmez.
  • Kadim İngiliz politikaları bu su yolları için savaş çıkarmayı bile göze alır.Hal böyle olunca ülkemizde bulunan İstanbul boğazı,Marmara denizi,Çanakkale boğazlarından oluşan sistemde de hak iddia etmişlerdir.Büyük aktör olduğu düşüncesiyle savaşlar ve anlaşmalarla kendine uygun imtiyazları almasını bilmişlerdir.Ancak bu sadece Türkiye için böyle değildi.her ne kadar birleşik krallık bitti sömürgelik kalmadı dense de İngiliz etkisi ciddi anlamda devam etmektedir.Hal böyle olunca da İngiliz siyaseti su yollarını kendi idaresinde tutmak gibi bir durumu  hak olarak görmekteydi.Türkiye 2013 yılı haziranında gezi kalkışmalarını yaşarken ve bunun etkileriyle diğer aylarda uğraşırken  İspanya topraklarının güney ucunda ki kolonisi için İngilizler İspanyollarla restleşmekteydi.İspanya topraklarının güney ucu yeni Akdenizi Atlas okyanusuna bağlayan Cebelitarık boğazının İspanya tarafı İngiliz hakimiyetindeydi.Burada İngiliz özerk yönetimi ve İspanyol yönetimi karşı karşıya geliyor ve restleşiyorlardı.Meşhur İngiliz donanması neredeyse yola çıkacak ve bölgeye gelecekti.Yine bir başka nokta Panama kanalıdır.2013-2014 yıllarında Panama hükümetiyle başta İngiliz hükümeti olmak üzere batılı devletler arasında bir mücadele yaşanmaktaydı.Panama kanalının yenilenmesi ve yeni kanal yapımı bunların sadece panama hükümeti tarafından  kontrol edilmek istenmesi İngilizlerin ve diğer Emperyal ortaklarının işine gelmeyecek bir durumdu.2013 yılı içinde yaşanan Mısır'daki darbenin perde arkasında Süveyş kanalı imtiyazlarının olmadığını kimse söyleyemez.MURSİ iktidarının millileştirme hamleleri tıpkı Abdül NASIR döneminde olduğu gibi darbeyle noktalandı.önce Türkiye'de gezi kalkışması ve hemen ardından Mısır'da askeri darbe özelde İngiliz çıkarları genelde de Emperyal batılıların çıkarları zedelenmiş olmalı ki darbe sonrasında hiç bir batılı lider  yaşananlara darbe diyemeyecekti.Benzer bir olayın 20.yy ortasında yaşandığı İngilterenin cebren Mısır'a saldırarak Süveyş kanalını işgal ettiği ancak Amerikanın baskıları sonunda çekilmek zorunda kaldığı bilinmektedir.Mısır'da krallığı askeri darbeyle deviren Albay Abdül NASIR o dönemde Arap dünyasının fenomeni olmuştu.Abdül NASIR konuşmalarıyla kitleleri ateşliyordu.bu arada NASIR bir büyük hamle yaparak 26 temmuz 1956'da Süveyş kanalını millileştirdiğini açıklıyordu.İngilizler böylesi önemli ve stratejik su yolunun yönetimini kaybederlerse bu onlar için büyük bir prestij kaybı olacaktı.Nil kıyısındaki fellahlar nasıl olur da birleşik krallığa kafa tutarlardı?nitekim İngilizler Fransızları ve İsrail'ide yanına alarak askeri bir müdahalenin planlarını yapmaya başladılar.1 eylül 1957 de ortak harekat için bir yakınlaşma başladı.Aynı ay içerisinde yapılan diplomatik temaslardan sonra askeri plan için Paris'te bir araya gelindi.sonuçta yapılan plana göre İsrail Süveyş yönünde bir taarruz yapacak bunun üzerine İngiltere ve Fransa her iki tarafa da kanaldan 10 km geri çekilmelerini içeren ültimatom verecekti doğal olarak Mısır bunu kabul etmeyecek onlarda bu durumu meşru bir zemin olarak görüp kanala asker çıkaracaklardı.Çok geçmeden İsrail planı uygulamaya başladı.İsrail ordusu bir kaç koldan Sina yarım adasını işgal etti.ardından ültimatom veren iki müttefik İsrail safında mısırı bombardımana tuttu.İngilizler planın iyi işlediğini düşünse de soğuk savaşın en hararetli günlerinde olan Amerika onları desteklemedi.Ülkesinde kamuoyu desteği gün gün eriyen İngiliz hükümeti bir kaç hafta sonra geri çekilme talimatı vermek zorunda kaldı.İngiltere'nin Süveyşi ele geçirme planları fiyaskoyla sonuçlansa da İngilizler etkilerini farklı planlarla göstermeye devam ettiler.İngilizlerin deniz ticaret yollarına egemen olma hatta tekel konumunda bulunma hayali ve iddiası yıllar geçse bile değişmeyecekti.bunun bir örneği 1982 yılında Arjantin ile yaşadığı savaşla kendini gösteriyordu.
  • Lozan barışı Türkiyenin temellerinin atıldığı ve cumhuriyetin garanti altına alındığı belge olarak bilinir.Özellikle resmi tarih olarak adlandırılan yaklaşımda tam bir zafer olarak belirtilen Lozan ne yazık ki hakkında pek bir şey bilmediğimiz bir belge olarak durmaktadır.Milli mücadelede yunan ordusu milli sınırlarımız dışına çıktıktan sonra önce itilaf devletlerinin temsilcileriyle Mudanya'da ateşkes ilan ediliyordu ardından barış anlaşması için kasım 1922 de isviçrenin lozan kentinde bir konferans başladı.Ankara hükümetini İsmet paşa başkanlığında bir heyet temsil ediyordu.Anlaşma sonrasında ülke içinde ciddi bir propagandayla ismet paşanın Lozan'dan alınabileceklerin tamamını aldığı ve yumruğunu masaya vurduğu kanalize ediliyordu.Bu arada kimsenin aklına anlaşmanın maddelerini incelemek gelmiyordu.Sadece anlaşmanın maddeleri bile Lozanın söylendiği gibi bir zafer olmadığını haykırıyordu.Nitekim lozan'a giderken haykırılan milli misakta ısrar isteği buhar olup uçuyordu.işin aslı Türkiye'deki boğazların statüsünün belirlenme süreçleri olunca Lozan'a daha dikkatli bakmak gerekir.sadece bizleri değil komşu devletleri ve İngilizlerin dünya üzerindeki hemen tüm deniz ticaret yollarını kontrol altında tutma isteği onları da boğazlar konusunda söz sahibi yapıyordu.aslında sorulması gereken soru şu.şayet Lozan bir zaferse kaybedenler olmalı kim bu kaybedenler.bu anlaşmada İngilizlerin kazanımları alenen ortada.Yunanistan tek kuruş savaş tazminatı ödemeden adaları ve Batı Trakya'yı sınırları içinde tutarak savaşı kaybeden ve savaş suçlusu olmasına rağmen hiç bir yaptırıma maruz kalmamıştır.Fransa İskenderun ve Antakya dahil Suriye'nin tamamının hakimiyetini ele geçirmişti.peki hal böyle iken Lozan'da fedakarlıkta bulunan kim olmuştu.bu noktada İsmet paşanın 8 aralık 1922'de verdiği demeç şöyleydi.
  • BAŞKA MİLLETLERİ MEMNUN ETMEK İÇİN SAVUNMA ARAÇLARINDAN VAZGEÇEN TÜRKİYE'Yİ TARİHİN NASIL YARGILAYACAĞINI BİLMİYORUM.ASKERDEN TECRİT ADI ALTINDA KABUL ETTİĞİMİZ FEDAKARLIKLARIN HAKİKİ DOKUNULMAZLIĞIMIZI AĞIR SURETLE BALTALADIĞINI GÖRÜYORUM ÜMİT EDERİM Kİ BU BEYANAT TÜRK HEYETİNİN YENİ BİR FEDAKARLIĞI OLARAK KABUL EDİLECEKTİR.
  • Bu sözler fedakarlığın dozunu göstermesi bakımından önemlidir.İngilizlerin Lozan'da da benimsedikleri politika deniz yollarını kendi ellerinde tutmaktı.bu nedenle de olsa gerek Sovyetleri de tedirgin çıkışlar yapmışlardı.Lozan'da imzalanan boğazlar sözleşmesi ile bir çok kritik noktaya Türk askeri giremeyecekti.ayrıca taksimatta bulunamayacaktı.böylece egemenlik haklarımız bu bölgelerde yok hükmündeydi.Türkiye bu bölgelerde savunma ve güvenlik anlamında tedbir dahi alamayacaktı.bilindiği gibi Osmanlı dünya savaşı sırasında Çanakkale'yi 250.000 şehit vererek savunmuştu.ancak 1918'de Mondros'la birlikte başta İngilizler olmak üzere ihtilaf devletlerinin güçleri güle oynaya boğazları geçtiler.bu durum Lozan'da ki fedakarlıklarla zirve yapıyordu.çünkü Lozan'ın 129.maddesinde boğazların ingiliz imparatorluğuna terk edileceği bildiriliyordu.bununla da yetinmeyerek aynı maddenin 2.fırkasında bölgeye müfettiş gönderebileceğimiz belirtiliyordu tabi ki izin alarak.böylece ne yazık ki şehitlerimizin ebedi istirahatgahları Montro'ya kadar İngiliz insafına terk edilmiş oluyordu.
  • Lozan'da yer alan 128.madde Türk hükümeti,Britanya İmparatorluğu,Fransa ve İtalya hükümetlerine abideleri muhtevi olan arsaları ayrı ayrı ebediyen terk etmeyi taahhüt eder.yani 250.000 şehidin kanıyla sulanan bu toprakların bir bölümünü sonsuza kadar bırakmayı taahhüt ediyoruz.ayrıca Lozan'ın 37.maddesi..Türkiye 38.maddeden 44.maddeye kadar olan maddelerin kapsadığı hükümlerin temel yasalar olarak tanınmasını ve hiç bir resmi işlemin bu hükümlere aykırı yada bunlarla çelişir olmamasını ve hiç bir kanun hiç bir yönetmelik ve hiç bir resmi işlemin söz konusu hükümlerden üstün sayılmamasını yükümlenir.özellikle boğazlarının durumunun da ele alındığı lozan boğazlar sözleşmesi fark edilebileceği gibi bize boğazlar üzerinde hak tanımamaktadır.sadece gelip geçme serbestliği veren bu sözleşme hakimiyeti kabul etme gibidir.Lozan antlaşması 24 temmuz 1923 te atılan imzalarla kesinleşti.ekim 1923te yeni devletin kurulmasının ardından Lozanın onaylanması ve halifeliğin kaldırılmasıyla gerçekleşmiştir.itilaf devletleri de anlaşmayı 6 ağustos 1924'te onaylayacaklar ve 5 eylül 1924'te Lozan cemiyeti Ahvanı tarafından tescil edilecekti.
  • Lozan boğazlar sözleşmesi 3 temel ilke üzerine oturmaktadır.boğazlar öncelikli askersiz hale getirilmiştir.boğazlardan geçiş türkiye ye bırakılmıyor bunun için boğazlar komisyonu kuruluyordu.bu komisyon geçiş düzenlemeleri ve diğer konularda milletler cemiyetini bilgilendirecekti.ne yazık ki türkiye milletler cemiyeti tarafından tanınmadığı öne sürülerek boğazların güvenliğini İNGİLTERE,FRANSA,İTALYA ve JAPONYA'ya garanti ediyordu.anlaşılacağı gibi bu dört ülkeden üçü topraklarımızı aleni işgal etmiş ülkelerdi.ve İngiltere'nin etkisi hala sürmekteydi.
  • Ne yazık ki türkiyenin yaşadığı güvenlik meselesinden ziyade egemenlik meselesiydi.Türkiye kendi topraklarının bir bölümünde asker bulundurup bulunduramayacağı konusunda başka devletlerden izin almak durumunda kalıyor buda bulundurmamakla sonuçlanıyordu.böyle bir durum milli egemenliği uygulayan bir devlet için kabul edilemezdi.1930'lar la birlikte dünyada siyasi ve askeri dengeler değişiyordu.ilk savaşın mağlubu Almanya yeni bir oluşuma gitmek üzereydi.bu arada Sovyetler lede bir yakınlaşma söz konusuydu.durumu yakından izleyen Türkiye 23 mayıs Londra silahsızlanma konferansıyla birlikte Lozan boğazlar sözleşmesinin değişimi dillendiriyordu.Türkiye'nin iddiası eski düzenlemelerin kendi güvenliğini tehdit edecek boyutta olduğuydu.Türkiyenin izlediği yol ilgili devletlere baş vurmak ve onları yeni bir konferans için ikna etmek şeklinde olmuştur.halbuki bu durum Lozan imzalanırken de mevcuttu o zaman neden itiraz edilmedi sormak gerekir.
  • Bu taleplerin ardından Avrupanın ortasında nazizmin yükselmesinin de etkisiyle 22 haziran 1936'da montrö'de bir konferans toplandı.Türkiye'yi bu konferansta dış işleri bakanı Tevfik Rüştü ARASLI başkanlığında bir heyet temsil ediyordu.heyette dış işleri ve genel kurmaydan oldukça deneyimli isimler bulunuyordu.konferansta İngiliz dış işleri Türkiye'nin boğazlar sözleşmesinin değiştirilmesiyle ilgili isteğini haklı buluyordu.boğazların statüsü ve gemilerin geçiş rejimiyle her zaman yakından ilgilenen ingilterenin Türkiye'yi desteklemelerine paralel olarak balkan Antlandı da Türkiye'nin teklifini destekleme kararı aldırıyordu.Türkiye'nin girişimi boğazlar sözleşmesinin diğer tarafları tarafından da haklı görüldü.ancak ne ilginçtir ki tüm taraflar tarafından Türkiye'nin haklılığı vurgulanırken konferans yaklaşık 2 ay sürdü.Montrö'de toplanan konferans 20 temmuz 1936'da atılan imzalarla yeni bir düzenlemeye dönüşüyordu.yeni sözleşme Türkiye'nin kısıtlanmış haklarını iade ediyor ve boğazlar bölgesinin egemenliği Türkiye'ye iade ediliyordu.imzaların ardından Türk askeri halkın coşkusuyla Çanakkale'deki stratejik noktalara giriyordu.ancak bir ayrıntı Montro'de yer alıyordu.Çanakkale bölgesinde yer alan ve itilaf devletlerine ait mezarlıkların o ülkelerin kendi toprakları olduğu bu anlaşmada da yer alıyordu.buralara dokunamayacağımız açıkça vurgulanmıştı.bu durum bugün bile aynıdır.1918-1936 yılları arasında İngiliz idaresi ve insafına terk edilen bölgeler montrö sonrasında şartlı da olsa bize bırakılmıştı.Türkiye bu tarihten sonra o bölgede şehitliklerin düzenlenmesi ve abidelerin yapılması gibi konulara eğilebilmiştir.Montrö boğazlar sözleşmesi Türkiye'nin güvenliği,Karadeniz'in güvenliği,geçiş serbestliği ve Karadeniz Akdeniz dengesinin kurulması ilkelerini esas almıştır.sözleşmenin ilk maddesiyle birlikte Türkiye'nin güvenlik algısına vurgu yapılmış 5.6.14.15.16.ve 23. maddelerde bu konuya değinilmiştir.Karadeniz ülkeleri özellikle de Sovyetler boğazların olası bir Avrupa ülkesinin saldırısında kullanılmasını istememiş bu nedenle geçişlere sınırlama getirilmesi konusunda Türkiye'nin yanında yer almıştır.bu durum sonraları geçici çıkar  buluşması olarak yorumlanmıştır.Türkiye'nin kaygıları sonucu şekillenen metinde Türkiye bir savaşta tarafsız yada savaş dışı ise savaşan tarafların gemileri boğazdan geçemeyecektir.yine Türkiye savaşa girmiş yada savaş tehdidi hissediyorsa diğer devletlerin gemilerinin geçişi konusunda kendi takdirini kullanabilecektir.bu noktada acaba İngilizler bunlara neden evet dedi?İngilizler Avrupa'nın ortasında giderek büyüyen tehlikeyi incelediği başka garantileri aldığı düşünülebilir.
  • Montrö'de boğazlardan geçiş serbestliği temel alınmıştır.aslında Türkiye ve Karadenize kıyısı olan ülkeler dışında konferansa katılanların üzerinde durduğu husus buydu.Montrö'de boğazlardan ticaret gemilerine neredeyse mutlak anlamda geçiş hakkı tanınmıştır.Türkiye'nin bu konudaki sınırlandırma hakkı neredeyse yok denecek kadar azdır.Türkiye ne yazık ki bu konuda zaman zaman sıkıntı yaşamıştır.ülkenin en büyük şehri olan İstanbul Karadeniz'den diğer bölgelere yapılan ham petrol ve türevleri nedeniyle sıkıntılar yaşamıştır.yapılan bir araştırmaya göre İstanbul boğazında yaşanabilecek bir tanker patlaması 10 km çapında bir alandaki tüm canlıların yok olması demektir.bu yüzden Türkiyenin ticari gemilerin geçişi konusunda da  söz sahibi olması şarttır.yine de montrö Lozan'a göre büyük kazanımlar içermektedir.
  • Her şeyden önce Türkiye kendi güvenliği için bölgeleri silahlandırma hakkına sahiptir.buda o günden itibariyle Türkiye'nin daha dikkatli ele alınması sonucunu doğurmuştur.savaş gemileri ve denge konularında Türkiye'ye verilen haklarda kazanımlar arasındadır.Montrö boğazlar sözleşmesi 1956 sonrasında fesih hakkı tanınmışsa da bu durum Türkiye gündemine girmemiştir.bunun birden fazla nedeni olduğu ve hassas dengeler gözetildiği de bir gerçektir.zaman zaman yapılan tüzük değişiklikleriyle Türkiye'ye yeni imkanlar sunulsa da yine de sıkıntılar yaşanmaktadır.bu nedenle Türkiye'de sıkıntıları en aza indirme ve İstanbul'un güvenliği en üst düzeyde sağlamak adına çılgın proje lakaplı kanal İstanbul'u devreye sokmayı hedefliyor.ancak Türkiye'nin böylesi bir projeyi başarması yurt dışındaki kimi güçleri rahatsız ettiği kadar ülke içindeki yandaşlarını da rahatsız etmektedir.oysaki büyüyen yeni Türkiye yeni projelerin üstünde yükselecektir.böylesi büyük projelerin Türkiye'ye sağlayacağı kazanımlar ortada iken çeşitli bahaneler ve kırık dökük argümanlarla  reddine çalışmak ne anlama geliyor varın siz düşünün...


11 Mart 2015 Çarşamba

SUSURLUK SKANDALI

  • Dünya üzerinde GLADİO adında bir örgütün var olduğu bir çok ülke tarafından açıklansa da bir türlü deşifre edilememişti.Sistemleri gereği planlar yaptıkları ülkelerde kendileri değil aksine kendilerine bağlı grupları kullandıkları biliniyordu.Bu grupların başında kendi tayin ettikleri adamları bulunurken alt kadroları o ülkelerin kuvvet birimlerinden oluşturuyorlardı.
  • Devlet bağımsız mıdır?değildir.Kime bağlıdır?NATO'ya demek ki devlete kimi zaman karar aldıran bir yapı daha var.Karşımıza o zaman GLADİO çıkıyor.
  • GLADİO aslında 2.dünya savaşı sırasında doğdu.İngiliz'ler düşman işgali altındaki topraklarda direniş hareketini örgütlemek için 1940 yılında ÖZEL HAREKATLAR İDARESİ(SOE) adlı gizli bir ordu kurdu.Aynı süreçte ABD'de OSS (Office for Strategic Service) aynı amaçla kuruldu.İşte bu servis aynı zamanda CIA'nın da temelidir.Savaş bitince GLADİO kalkmadı.SOE ve OSS bu kez başta Batı Avrupa'daki Komünist Hareketlere karşı kullanılmaya başlandı.Bunlar orduya değil istihbarat örgütlerine bağlı çalışıyorlardı.Bu gizli ordular,askerler ve aşırı sağcılardan oluşturuldu.1949'da NATO'nun kurulmasıyla gizli ordular bir çatı altında birleştirildi.Türkiye 1952'de NATO'ya girince buraya dahil oldu.SEFERBERLİK TETKİK KURULU kuruldu.Finansmanı,teçhizatı Amerika'dan geldi.Bu kurum daha sonra adını ÖZEL HARP DAİRESİ olarak değiştirdi.
  • GLADİO'nun hedefi Türkiye'nin sola savrulmasını önlemekti.Bunun için solun etkin olduğu dönemlerde 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 Askeri Darbesinin yapılmasını sağladı.Zaten ülkede İttihatçılardan kalma hazır bir zemin bulunuyordu Bunu işleyerek motifleştirmek onlar için hiç de zor değildi.
  • 3 Kasım 1996 saat 19:25 sıralarında Balıkesir'in Susurluk ilçesinde bir otomobil kamyonla çarpıştı.Otomobilin içerisinde bulunan kişiler ise dönemin Doğru Yol Partisi millet vekili Bucak Aşiret reisi Sedat Edip BUCAK,Mehmet ÖZBAY sahte kimlikli interpolün tüm dünyada aradığı Abdullah ÇATLI,eski Emniyet Müdür Yardımcısı Polis Okulu Müdürü Hüseyin KOCADAĞ ve ÇATLI'nın sevgilisi manken Gonca US.Sedat BUCAK kazadan yaralı kurtulurken diğerleri ölmüştü peki bir millet vekili,emniyet mensubu ve katliam sanığının aynı arabada ne işi olabilirdi?
  • Susurluk komisyonunda,emekli asker ve mit mensubu Korkut EKEN,Abdullah ÇATLI'nın 80 öncesinde de devlet tarafından kullanıldığını söyledi.80 öncesinde PKK ve ASALA yoktu peki ÇATLI hangi olaylarda kullanılmıştı?
  • 16 mart katliamı...1978 yılında İstanbul Üniversitesi önünde sol görüşlü  100'e yakın öğrencinin üzerine bomba atıldı ve kurşun yağdırıldı.olayın sonunda 7 öğrenci ölürken 47 öğrenci yaralandı.
  • Doğan ÖZ cinayeti...Ankara Cumhuriyet Savcısı Doğan ÖZ,kontrgerilla hakkında dava açmaya hazırlanırken 24 mart 1978 günü öldürüldü.
  • Bedrettin CÖMERT cinayeti...11 temmuz 1978 günü Ankara Gaziosmanpaşa'da Hacettepe üniversitesi Sanat Tarihi Kürsüsü öğretim üyesi Doç.Dr.Bedrettin CÖMERT öldürüldü.Ankara Sulh Ceza Mahkemesi Abdullah ÇATLI'nın gıyabında tutuklama kararı verdi.
  • Balgat katliamı...10 ağustos 1978 günü Ankara Balgat'ta solcuların gittiği kahve tarandı 5 kişi öldü 14 kişi yaralandı.olayla ilgili olarak yakalanan Mustafa PEHLİVANOĞLU'nun askeri savcıya verdiği ifade de Abdullah ÇATLI'nın ismi vardı.
  • 7 TİP'linin öldürülmesi...9 ekim 1978 gece yarısı Ankara Bahçelievler'de Türkiye İşçi Partisi üyesi 7 genç öldürüldü.Bahçelievler o yıllarda MHP'nin karargahı olarak biliniyordu.olayla ilgili olarak Haluk KIRCI gözaltına alındı.KIRCI ifadesinde büyük reisten bahsetmişti.
  • Ayrıca Abdi İPEKÇİ cinayetinde de ÇATLI'nın ismi geçmekteydi.
  • 12 eylül sonrası Turgut ÖZAL Başbakanlık koltuğuna oturmuştu ama Süleyman DEMİREL'in sözleri aklından gitmemişti.ANGOLA'DA DARBE OLSA HABER VERİRLER BİZDE BİR ŞEY OLUNCA HABERİMİZ OLMAZ diyerek MİT'ten yakınmıştı.ÖZAL'ın bilgiye ihtiyacı vardı kendisine bağlı olan Mit'in başında ise asker orijinli Korgeneral Burhanettin BİGALI vardı.ÖZAL Mit müsteşarlığına bir sivil getirmek istiyordu.Köşkte Kenan EVREN Genel Kurmayda güçlü bir general olan Necdet ÜRUĞ vardı.Planını gerçekleştiremedi.Başbakana bağlı aynı Amerika'da olduğu gibi iki İstihbarat Teşkilatı oluşturmayı düşündü ama buda kurumlar arası rekabete bir yenisini eklemiş olacaktı.sonunda ÖZAL kendi özel bürosunu kurdu ve başına Mit'teki asker kökenli müsteşarla anlaşamayan Hiram ABAS'ı getirdi.1986 yılında ise Hiram ABAS Mit müsteşarlığına getirildi.ABAS hemen  bir güvenlik dairesi kurarak eski mesai arkadaşı Mehmet EYMÜR'üde yanına aldı.böylece Başbakanın Mit'teki çalışma grubu ortaya çıkmıştı.ÖZAL her fırsatta ABAS ve EYMÜR ikilisine danışacak ve buda en çok mit müsteşarı Hayri ÜNDÜL'ü kızdıracaktı.MİT'te huzursuzluk artmıştı ve 1987 yılında MİT bir rapor yayımladı.bu raporun başlığı YERALTI-POLİS KAMU GÖREVLİLERİ İLİŞKİLERİ idi.Bu rapor 10 yıl sonraki Susurluk'un habercisi gibiydi.devletin üst düzeyinin nasıl yeraltı dünyası,mafya ile içiçe olduğunu buraya polis teşkilatının da karıştığını açıklıyordu.Suçlananlar arasında Susurlukta çok konuşulacak biri vardı Mehmet AĞAR.
  • Rapor yayınlandıktan sonraÖZAL'ın MİT operasyonunu çökertmişti.Hiram ABAS,Mehmet EYMÜR ve Korkut EKEN MİT'ten ayrılmak zorunda kaldılar.Hiram ABAS 1990 yılında suikast sonucunda öldürüldü.Mehmet EYMÜR ise özel sektörde çalışmaya başladı.taki ÇİLLER kendisini benzer bir misyonla göreve çağırana kadar.Turgut ÖZAL'ın ölümünden sonra Süleyman DEMİREL köşke çıkmış 1993 haziranında da Tansu ÇİLLER Başbakanlığa gelmişti.ÇİLLER DEMİREL'e yakınlığı ile bilinen dönemin MİT müsteşarı Sönmez KÖKSAL ile anlaşamıyordu.değiştirmek istedi ama Süleyman DEMİREL'in onayı lazımdı,bununda imkansız olduğunu biliyordu.Tansu ÇİLLER Başbakan danışmanlığına MİT'ten emekli askerlere yakınlığı ile bilinen Nur GÜNDEŞ'i getirdi.Mitten emekli Korkut EKEN ise KGT müsteşarlığına getirildi ve Mehmet AĞAR'ın başında olduğu Emniyet Genel Müdürlüğü ile birlikte ÇİLLER'e bilgi akmaya başladı.
  • Pkk bölge halkının desteğini alarak çok sayıda ilde kurtarılmış bölge oluşturmuştu.Ayrıca ayaklanma politikası izliyordu.herkes bir çare ararken çareyi Mehmet AĞAR getirdi.AĞAR 1993 yılında Emniyet Genel Müdürlüğü koltuğuna oturmuş bütün önceliğini terör belasına vereceğini söylemişti.Özel Harekat Teşkilatının başına ise mitten emekli,KGT'nin başındaki isim olan yarbay Korkut EKEN'i getirdi.AĞAR göreve geldiğinin ilk hafta şu açıklamayı yaptı.ÖZEL ORDU HAZIR PKK'YI RAMBOLAR VURACAK..görevinin ikinci haftasında MGK'da geniş kapsamlı sunum yapan AĞAR bu sunumda terörü yıllar içinde nasıl yok edeceğine dair planını anlattı.bu plan iki maddeden oluşuyordu.PKK'ya karşı PKK taktikleriyle mücadele etmek,teröristlere destek olanlara da terörist muamelesi yapmak.
  • Kürt sorununun şiddet ve silahla çözülmeyeceğini yaşadıkları sürece savunan Turgut ÖZAL ve Eşref BİTLİS'in bu yarım kalmış politikaları neden devam ettirilmedi de tam tersi bir uygulamaya geçildi?
  • PKK'nın finans merkezi  olarak bilinen Diyarbakır'ın Lice ilçesi üç gün boyunca bombalandı.20'den fazla insan ölürken 640 iş yeri ve ev hasar gördü.bu devletin terör sorununu nasıl çözeceğine dar bir ip ucuydu.1993 yılının kasım ayında ÇİLLER yerel seçimlere hazırlanıyordu ve propagandasını terörü yok etme politikası üzerine kurmuştu.o dönemlerde yine ÇİLLER,Pkk'ya yardım ve yataklık eden sanatçı ve iş adamlarını biliyoruz tarafımızdan cezalandırılacaklardır söylemleri de siyasi lobilerde konuşulur olmuştu.bir kaç hafta sonra Adapazarı,Hendek ve Sapanca üçgeninde cinayetler işlenmeye başlanmıştı.bu cinayetler aynı tarzda ve aynı bölgede 1994 yılı boyunca sürdü.20'ye yakın kişi öldürüldü.bunlardan bazıları Behçet CANTÜRK,Savaş BULDAN,Hacı KARAY,Adnan YILDIRIM,Ömer Lütfi TOPAL Avukat Medet SERHAT,Mit muhbiri Tarık ÜMİT İranlı uyuşturucu kaçakçıları, Lazım ESMAİLİ ve Oskar SİMİTKO.1996 yılında Hadi ÖZCAN adında bir ülkücü bir dizi cinayetin zanlısı olarak yakalandı.ÖZCAN'ın ifadesinde çok ilginç isimler vardı.bunlardan biri terörle mücadele şubesinde görevli olan özel tim polisi Alper TEKDEMİR ikinci isim ise Abdullah ÇATLI idi.ÖZCAN'ın ifadesine göre ÇATLI sık sık Sapanca'daki Veli KÜÇÜK'ün komutanı olduğu jandarma Alay Komutanlığına gelerek ülkücülerle buluştuğunu ve son görüşmelerin birinde ÇATLI'nın yakında bir yerden 3 milyon dolar geleceğini petrol işine gireceğini söylemişti.Korkut EKEN'in Teftiş Kurulu Başkanı olduğu BOTAŞ'ın yumurtalıktaki petrol boru hattının temizlenmesi için açtığı ihaleyi BAYSAŞ şirketi kazanmış şirketlerin ortaklarının arasında Mehmet ÖZBAY ismine de rastlanmıştı.Batıda bunlar olurken Doğuda Sünni Kürtlerden oluşan Hizbullah terörü etkindi.Hizbullah PKK'ya karşı savaşmak için kurulmuştu.1993 yılının siyasal islama paralel bir şekilde büyüme gösteren İslami Terör bir çok faili meçhul cinayete imza atmıştı.Faili Meçhul Cinayet Komisyonu Üyeleri Hizbullah'ın etkili olduğu illerden Batman'a ziyarette bulunmuşlardı.Batman Emniyet Müdürü ile aralarında geçen konuşma o yıllarda yankı uyandırmıştı.Batman Emniyet Müdürü Öztürk ŞİMŞEK ne yazık ki Hizbullah örgütü mensupları bir dönem askerden yardım gördüler buradaki bazı askeri birliklerde silahlı eğitim yaptılar lojistik destek gördüler.
  • Aralık ayında Özgür Gündem Gazetesinin Ankara ve İstanbul büroları aynı saatlerde kundaklandı.İstanbul Emniyet Müdürü Necdet MENZİR olayı tertipli diye nitelendirdi ve daha sonra Mehmet AĞAR'ı arayarak benim sorumluluk alanımda adamlarını kullanma dediği gazetelere yansıdı.
  • Ocak 1995 yılında ise Mehmet AĞAR DGM'ye başvurarak istenilen her telefonun dinlenebilmesi için izin aldı.1995 yılının mart ayında TSK Irak'ın kuzeyine operasyon gerçekleştirdi.1.5 ayda 500'den fazla PKK'lının etkisiz hale getirildiği bildirildi.Mehmet AĞAR'ın bu planı işe yaramaya başlamıştı.PKK güç kaybetmiş ve geri çekilmişti.ama MHP eğilimli özel tim kontrolden çıkmıştı.PKK'nın geri çekilmesiyle beraber bölgede boşluk oluşmuş bu boşluğu özel kuvvetlerde görevli olanlar doldurmaya başlamıştı.en önemli boşluk uyuşturucu trafiğiydi.Asya ve Avrupa arasındaki uyuşturucu trafiği bölgeden akıyordu.PKK bölgedeki etkinliğini kaybetmiş ama uyuşturucu geçişi azalmamış hatta artmıştı.bu dönemde Türkiye üzerinden Avrupa'ya kaçırılan uyuşturucunun oranı hızla artarak %10'dan%60'a çıkmıştı.finansal getirisiyse 150 milyar dolara ulaşmıştı.
  • işte tam bu dönemde ikinci Mit raporu yayınlandı.raporda aynen şöyle diyordu....
  • BAHSİ GEÇEN GRUP TERÖRİSTLERE KARŞI FAALİYETLERDE BULUNMA GÖRÜNÜMÜNDE ALMANYA,HOLLANDA,BELÇİKA,MACARİSTAN VE AZERBAYCAN'A GİDİP GELMEKTE UYUŞTURUCU TİCARETİ YAPMAKTADIR.MEHMET AĞAR'A BAĞLI ÖZEL EKİP  ÇOĞUNLUĞU KAÇAKÇILARDAN OLUŞAN 50 KİŞİLİK BİR LİSTE HAZIRLAMIŞ LİSTEDEKİ BU ŞAHISLARDAN MUHTELİF TARİHLERDE 30-40 MİLYON DOLARI BULAN MİKTARLARDA PARA ALMIŞLARDIR.PARA HESAPLARI KORKUT EKEN TARAFINDAN PAY EDİLİP BAZEN ÖZEL BANKA HESAPLARINA YATIRILMIŞTIR.BAZI UYUŞTURUCU KAÇAKÇILARI ÖLDÜRÜLME TEHDİDİYLE HARACA BAĞLANMIŞ BÖYLECE BUNLARIN UYUŞTURUCU KAÇAKÇILIĞINA DA GÖZ YUMULMUŞTUR.GRUBUN BU EYLEMLERDEN BÜYÜK PARALAR ELDE ETTİĞİ ANLAŞILMIŞTIR.NETİCE İTİBARİYLE BU EYLEMLER DEVLET ÜNİFORMASININ KORUMASI ALTINDA YÜRÜTÜLEN UYUŞTURUCU KAÇAKÇILIĞI ÇOK BÜYÜK MEBLAĞLARDAKİ ÇIKAR İLİŞKİLERİ VE CİNAYET ZİNCİRİNİN BİR HALKASIDIR.
  • Bu rapordan sonra sonra herkes suskunluğa büründü taki Susurluk kazasına kadar.kazada Abdullah ÇATLI'nın üzerinden Mehmet ÖZBAY adına düzenlenmiş sürücü belgesi,Mehmet ÖZBAY adına Emniyet Genel Müdürlüğünce düzenlenmiş Mehmet AĞAR imzalı Emniyet Genel Müdürlüğü uzman belgesi çıktı.Mehmet AĞAR imzanın sahte olduğunu söyledi ama Jandarma Kriminal Dairesi ve Adli Tıp imzanın gerçek olduğunu tespit etti.26 kasım 1996 yılında mecliste 9 millet vekilinden oluşan SUSURLUK ARAŞTIRMA KOMİSYONU kuruldu.komisyon bir çok kişinin ifadesine başvurdu.Mesut YILMAZ,Mehmet EYMÜR,Sedat BUCAK,Abdullah ÇATLI'nın eşi Meral ÇATLI.Komisyon Başkanı dönemin Refah Partili millet vekili Mehmet ELKATMIŞ ve komisyon üyesi dönemin CHP millet vekili Fikri SAĞLAR,soruşturma aşamasında hukuki bir takım engellerle karşılaştıklarını ticari sırlar ve devlet sırrı kurallarına bağlı kalınması istenmiş ancak bu kavramların sınırı belirtilmediğinden ilerleme kaydedilmemişti.Mehmet AĞAR'ın Susurluk kazası sonrası ilk sözlerinden biri BANA NE TALİMAT VERİLDİYSE ONU YAPTIM.MGK'NIN ALDIĞI KARARLARIN DIŞINA ÇIKMADIM demişti.
  • MGK böyle bir karar alma yetkisine sahip miydi?MGK adam öldür kararı vermiş midir?MGK yasaların dışına çıkacaksın yasaları tanımayacaksın kendi çıkarların doğrultusunda cinayetler işleyip kaçakçılık yapacaksın demiş midir??tabi ki Mehmet AĞAR, bu konular ile ilgili mahkemeye o dönemler çıkarılamadığı için bu sorular da hiç cevaplanamadı.şayet Mehmet AĞAR yargılansaydı ve bu suçları kabul etseydi kendisine bu talimatları verenlerde yargılanacak mıydı?işte bu yüzden Mehmet AĞAR siyasi dokunulmazlığı kalktığı halde yargılanmadı.15 eylül 2011'da Ankara özel yetkili 11.ağır ceza mahkemesi Susurluk davasından 5 yıl hapse mahkum etti ancak 369 gün yattıktan sonra tahliye edildi.
  • Meclis susurluk komisyonu üyesi Fikri SAĞLAR'a bilgi ve belge desteğinde bulunan Mit görevlisi Ertuğrul BERKMAN 29 Ağustos 1997 günü Bozöyük-Eskişehir otoyolunda trafik kazasında hayatını kaybetti.bazı görgü tanıkları BERKMAN'nın aracının başka bir araç tarafından sıkıştırılarak şarampole yuvarlanmasına neden olduğunu söylüyordu.
  • Susurluk skandalını soruşturan meclis araştırma komisyonunda raportörlük yapan Hakim Akman AKYÜREK komisyon adına bir çok bilgi ve belgeyi takip eden,bu bilgi ve belgelerin toplandığı kişiydi.8 aralık 1997 tarihinde gece yarısı otomobiliyle arkadan bir kamyona çarparak hayatını kaybetti.AKYÜREK'in otomobili kamyon kasasıyla ters istikametteydi.Yıldız Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.İlhan YAVAŞLIOL otomobilin solda olması ve çarpışmanın soldan meydana gelmesinin eşya tabiatına aykırı olduğunu söylemekteydi.kaza yapan otomobilin bir başka araç ile sıkıştırılması ile mümkün olabilirdi ancak.
  • meclis Susurluk komisyonu sözcüsü Bedri İNCETAHTACI 21 KASIM 1999 sabahı Almanya'ya gitmek üzere meclis lojmanlarındaki evinden çıkıp Esenboğa hava alanına giderken yolda trafik kazası geçirdi.İNCETAHTACI olay yerinde hayatını kaybetti.olay yerine gelen jandarma ve trafik ekipleri konuk olarak Ankara'ya gelen Finlandiya Devlet Başkanının güzergahında diyerek araca inceleme yapılmasına izin vermediler ve aracı apar topar olay yerinden alarak Akyurt jandarma karakoluna götürdüler.Akyurt savcısının Bedri İNCETAHTACI'nın aracını görmesine izin vermediği Susurluk Komisyonu Başkanı Mehmet ELKATMIŞ derhal koruma talebinde bulundu.
  • Cengiz ÇELİK yarı resmi bir çok Tele kulak olayının kilit ismiydi.olaylar açığa çıkınca Amerika'ya kaçtı.Tele kulak olayı ile ilgili kayıtlar doldurduğunu herhangi bir durumda konuşur herkesi yakarım tehditlerinde bulunuyordu.2001 yılında kısmi aftan yararlanarak Türkiye'ye döndü.1 Temmuz 2001'de Muğla'da aracı şarampole yuvarlandı araçtan yaralı olarak çıkmasına rağmen hastanede 4 gün sonra hayatını kaybetti.
  • 1987 yılının çok önemli ifşaatlarını taşıyan 1.Mit raporunun hazırlayıcılarından Haluk AKTER 29 Eylül 2011'de bodrumdaki evinde kafasına iki kurşun sıkılarak öldürüldü.
  • 21 ocak 1997'de Frankfurt eyalet mahkemesi 17.ceza dairesi başkanı yargıç Ralf  SCHWALBE üç eroin kaçakçısının davasında sunulan delillere dayanılarak TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ VE EROİN KAÇAKÇILARI ARASINDA YAKIN BAĞLARIN VAR OLDUĞUNU BELİRTTİ.
  • Yargıç Ralf SCHWALBE,basında yer alan demeçlerinde de Türkiye'den eroin geçiren iki Kürt aşireti üyelerinin T.C.devleti ile harika ilişkiler içerisinde olduğunu ve devletteki bir bayan bakanla kişisel iletişimlerinin olduğunu söyledi.daha sonra Türkiye'den gelen baskılar üzerine yargıç bu bayanın Tansu ÇİLLER olduğunu açıkladı.







6 Mart 2015 Cuma

KAZIM KARABEKİR

  • 1882 yılında küçük Mustafa paşada dünyaya gelen Kazım KARABEKİR'in babası Mehmet EMİN Paşa gençliğinde Kırım,Silistire,Sivastapol muharebelerinde bulunur ve kahramanlıklar gösterir.Kazım Karabekir ailenin 5.çocuğudur.Baba Mehmet EMİN Paşa Mekke'de vefat ettiğinde Karabekir 11 yaşındadır.Babasının vefatından sonra ailesiyle birlikte İstanbul'a gelen Karabekir İstanbul'da orta tahsiline başlar.1896 yılında Askeri orta okulunu bitiren Karabekir 1897 Kuleli Askeri lisesine girer.1899 yılında askeri liseyi bitirir.ardında Harbiyeye giren Karabekir 1902 yılında Harbiyeyi birincilikle bitirir.1903 yılında Erkanı Harbiye Mektebine girer buradan da 1905 yılında birincilikle mezun olan Karabekir bu okulu bitirdiği zaman yüzbaşıdır.Askerlik görevine ilk defa manastırda başlayan Karabekir ardından manastır mıntıkası müfettişliğine tayin olur.burada Rum ve Bulgar çeteleri ile yedi defa çarpışmalarda bulunur.Ardından 1907 yılında İstanbul'daki Harp Okuluna taktik öğretmen olarak tayin olur.Manastırda bulunduğu sıralardaysa Enver paşa ile tanışır ve onunla birlikte daha sonra ittihat ve terakki cemiyetinin İstanbul şubesini kurar.1908 yılında meşrutiyetin ilanından sonra Edirne'deki 2. ordunun fırka kurmaylığına tayin olur.burada görevli olduğu sırada 1909 yılında 31 mart hadisesi meydana gelir.Karabekir'de Hareket Ordusunda 2.fırka Kurmay Başkanıdır.İstanbul'a gelen Karabekir karargahını Pangaltı harbiye mektebine kurar ve emrindeki asi avcı fırkayla 2.Abdülhamit hanın avcı taburlarının bulunduğu Taşkışla ve Taksim kışlalarıyla mücadeleye girer.ayrıca yıldız sarayını da işgal eder.31 mart vakasından sonra ülkede istikrar kaybolur ve Osmanlı güç kaybeder.devletin bu karışıklığını fırsat bilen Sırbistan,Bulgaristan,Yunanistan ve Karabağ gibi Balkan devletleri Osmanlıya karşı savaş ilan ederler.1911 yılında Trablus savaşıyla Trablus vilayeti İtalyanlara kalır.istikrar döneminin kaybolmasını çok iyi değerlendiren  Avrupa ve balkan ülkeleri Osmanlı devletinin çökmesi için bütün gizli emellerini açıkça ortaya sermeye başlar.zamanın iki lideri sayılan Enver paşa ve Cemal paşalar tamamen Alman'lara bağlanmış ve Alman etkisi altında kalmışlardır.Enver paşadaki bu Alman hayranlığı karşısında çok üzülen Kara bekir defalarca ikaz etmişse de fazla bir şey elde edememiştir.yıl 1914 Avrupa'da siyasi sahne karışıklıklarının yaşandığı günler bir dünya savaşının çıkacağına dair bütün işaretler görülmeye başlanmıştır.Karabekir çıkacak bir savaştan Türkiye'nin zarar göreceğini ve bunun için savaştan uzak durulması gerektiğini söyler.Enver paşa bu fikirleri duymamak için Karabekiri yurt dışına gönderir tarihler 28 haziran 1914'tür.Avusturya Macaristan veliahdına Saray ovada suikast düzenlenir.Karabekir bu sırada Paris'tedir.Türk diplomatların ve görevlilerin genel yaşayış ve özellikle de hanımlarının yabancı uyruklu olması Karabekiri çok rahatsız etmiştir.Avrupanın genel bir savaşa girmek niyetinde olduğunu sezen Karabekir hemen İstanbul'a döner ve Enver paşayı bulur.1.dünya savaşı ile ilgili fikir ve görüşlerini anlatır.genel kurmayın Almanlardan temizlenmesi gerektiğini belirtir.Enver paşa söylediklerinin sadece bir fikirden ibaret olduğunu söyleyerek önemsemez.o güne ait hatıratlarında Karabekir şunları yazmıştır;ENVER PAŞANIN YANINDAN ÇIKTIKTAN SONRA ŞU ALMANLARIN ENVER PAŞAYA NELER YAPTIRMAK İSTEDİKLERİNİ UZUN UZADIYA DÜŞÜNDÜM,NE KADAR ZEKİ,BİLGİLİ VE VATANSEVER OLURSA OLSUN GÖRGÜ İLE OLGUNLAŞMAMIŞ İNSANLARIN MEMLEKETİN MUKADDERATINA HAKİM OLMASININ NE ZARARLI BİR ŞEY OLDUĞUNU GÖZLERİMLE GÖRDÜM...
  • Barış zamanında ise genel kurmay başkanı olanı Alman Bronzeart'ın yaptığı savaş planlarını Enver paşa kendi imzası ve el yazısıyla,FİKRE TAMAMIYLA İŞTİRAK EDER VE İCRASINI EMREYLERİM şeklinde tasdik eder.bu plan uzunca bir süre gizli tutulur.seferberlik ilan edilince plan ortaya çıkar.plana göre bütün Osmanlı orduları İstanbul civarında toplanacak ve diğer hudutlar terk edileceği karşısında Karabekir şunları söyler;BÜTÜN ORDULARIN TRAKYA DA TOPLANMASINDAN MAKSADIN NE OLDUĞU AÇIKÇA GÖRÜLÜYORDU.DEMEK Kİ ALMANLAR RUSLARA VE İNGİLİZLERE MEMLEKETİMİZİN BÜYÜK BİR KISMININ TAHLİYE OLDUĞUNU GÖSTEREREK ONLARIN ÖTEDEN BERİ BESLEDİKLERİ HIRSLARINI TAHRİK EDECEKLERDİ.BU SURETLE İNGİLİZLER HİNDİSTAN VE AVUSTRALYA ORDULARINI AVRUPA CEPHESİNE GÖNDERECEKLERİNE IRAK,FİLİSTİN VE SURİYENİN YANİ BÜTÜN ARABİSTANIN İŞGALİNE HASR EDECEKLER RUSLAR DA ANADOLUYU İŞGALE BAŞLAYACAKLARDI.İLK ZAMANLAR ALMANLAR BİR KISIM DÜŞMANLARININ TÜRKİYE'DE TAKILIP KALMASI FAYDASINI KAZANACAKLARDI.TABİ BU ZAMAN ZARFINDA TÜRKLER DÜŞMAN UNSURLAR TARAFINDAN MAHVEDİLECEKTİ.HARBİ KAZANACAKLARINA ŞÜPHELERİ OLMAYAN ALMANLAR NASIL OLSA ORDULARIYLA TÜRKİYE'YİDE KURTARACAKLARDI.BU VAZİYETLEDE ANADOLUYA MİLYONLARCA ALMAN MUHACİR YERLEŞTİRMEK TABİİ BİR ŞEY OLURDU.Bu planları gören Karabekir fikirlerini anlatmak üzere bir kez daha Enver paşaya gider.bunun üzerine Enver paşa mahalli komutanlarla görüşmeler yapar ve hiç bir tarafın tahliye edilmemesini ister.
  • 1. dünya savaşı alabildiğine sürerken ermeniler ise doğuda silahsız ve başsız kalan müslümanları yok etmek için planlar yapar erzincan'daki yerli taşnak Ermenileri Türkleri katletmeye başlarlar.Bu arada Rus orduları ise Erzincan'dan geri çekilerek Erzincanı adeta ermenilere hediye ederler.Karabekir bunun üzerine  hemen ileri harekat emri verir.12 şubat 1918 günü Erzincana harekat başlatır ve 13 şubat günü Erzincanı işgal eder.Erzincan artık kurtulmuştur.sıra Erzurum ilinin ermenilerden kurtarılmasına gelmiştir.bu arada ermeniler Erzurum'da köyleri basıp insanları kesmekte ve diri diri gömmektedir.25 şubat Karabekir paşa Aşkale'ye bir gün sonrada Yeni köye girer ermeniler ise kaçmaktadır.11 mart sabahı Erzurum'u almak için taarruz emri veren Karabekir 21 martta Erzurum'u ermenilerden temizler. 
  • Bütün hazırlıklarını bitiren Karabekir paşa güçlü olan Kars kalesini düşmandan almanın hesaplarını yapar.8 nisanda Kağızmanı işgal eder.19 nisanda taarruz şiddetlenir ve 22 nisanda ermeni direnişi kırılır 25 nisan 1918 de Kars kalesine Türk bayrağı dikilir.böylece 40 yıldır Türk bayrağına hasret Kars kalesinde Türk bayrağı dalgalanmaktadır.15 mayıs 1918'de 93 harbi hududu olan Arapçay'ı geçerek Gümrü şehrini işgale başlar.Karabekir paşa 22 ekim 1918'de İran'ı boşaltarak  Nahçıvan'a geri çekilme emri alır.Nahçıvana gelen Karabekir paşa 1.ordunun lav edildiğini ve kendisinin de İstanbul'a çağrıldığı haberini alır.31 ekim 1918 'de Mondros mütarekesinin imzalandığını bildiren telgraf Karabekire ulaşır.cephelerde şehit kanı ile alınan topraklar adeta masalarda geri veriliyordu.Karabekir 1918 de Tekirdağ kolordu komutanlığına tayin edilir.bunu öğrenen Karabekir çok üzülür ve Doğu Anadolu'yu kurtarmanın zamanıdır diyerek doğuya gitmek ister.bu teklifi kabul edilmez.sonunda ısrarları netice verir Karabekir doğuya gönderilir.
  • İstanbul'dan ayrılmadan önce şişlideki evinde mustafa kemal paşa ile görüşüp;ERZURUMA GİDİYORUM MİLLETİN KURTULUŞ ANAHTARI ŞARKTADIR,ORDUDA KUVVETLİDİR HALKTA,ŞARKTA MİLLİ HÜKÜMET ESASLARINI KURDUKTAN SONRA SİZ GARBE TEVECCÜH EDERSİNİZ Karabekir paşa Mustafa Kemal paşanın da onayını aldıktan sonra Anadoluda buluşmak temennisi ile şişli'deki evden ayrıldı.bundan dolayıdır ki Mustafa Kemal paşa samsun'a çıktıktan hemen sonra Erzurum'daki 15.kolordu komutanı Kazım Karabekir ile temasa geçti.
  • 12 nisan 1919'da istanbul'dan bir vapurla yola çıkan Karabekir paşa Trabzon,Gümüşhane,Bayburt,Sivas ve Erzurum'da çalışmalarına başlar.19-21 haziranda küçük Erzurum kongresini yapar ve bu kongrede büyük Erzurum kongresinin alt yapısını hazırlanır.Eski bahriye ve nafia bakanımız eski Başbakanımız,TBMM başkan vekilimiz Rauf ORBAY ve Mustafa KEMAL paşayı kongreye üye olarak kabul ettirende Karabekir paşadır.Gümüşhane temsilcisi Zeki beyin Mustafa KEMAL paşaya KORDONUNU VE ÜNİFORMANI ÇIKARDA GEL DİKTATÖRLÜKTEN KORKARIM itirazını da Karabekir paşa önlemiştir.
  • Mustafa Kemal paşaya 11 haziran 1919'da İstabul'a çağırılmasıyla ilgili bilgiyi de ilk olarak Karabekir paşa vermiştir.
  • Mustafa Kemal paşa Erzurum kongresinden öce 8 temmuz 1919'da görevden azil edileceğini öğrendi ve hemen ayı gece 10:50'de harbiye nezaretine saat 11:00'den sonrada padişaha çektiği telgraflarla ordudan istifa etti.
  •  İstifasında hareketlerinin İngilizler tarafından memleketin müdafaası şeklinde görülemeyerek hükümetin baskı altında tutulmasından duyduğu üzüntüyü belirtti.ve “Saltanata hilafete ve necip millete hayatının sonuna kadar bağlı” kalacağını ifade etti . 
  • 10 Temmuz’da ise en yakınlarından biri olan Miralay Kâzım (Dirik), Mustafa Kemal Paşa’nın yanına gelerek “Paşam siz askerlikten istifa ettiniz. Benim bundan sonra bu vazifeye devam imkânım kalmadı müsaadenizle Kolordu Komutanım Kâzım Karabekir Paşa’dan askeri bir vazife isteyeceğim. Evrakı kime teslim etmemi emrediyorsunuz” dedi .
  • İstanbul hükümetinin tutuklama emrini çıkardığı, en yakınlarının bile kendisini terk etmeğe başladığı bir sırada Karabekir Paşa, Atatürk’e
  • ‘Kumandamda bulunan zabitin ve efradın hürmet ve tazimlerini arza geldim. Siz bundan evvel olduğu gibi bundan böyle de bizim muhterem kumandanımızsınız… Emrinizdeyim, Paşam.,.diyerek gerçek dostluğun en büyük örneğini gösterdi.

  • Ermenilerin doğu anadoluyu tekrar işgale başlaması üzerine karabekir şark cephesi komutanı olarak ermenilerle savaşa girer.karabekir erzurum,van ve erzincan'da seferberlik ilan eder.29 eylülde sarıkamışı 30 eylülde göle 1 kasımda ise kağızmanı kurtarır.
  • 15 Kasım 1920'de Ermeni ordusunu kesin olarak yenmiş. Ermeni hükümetiyle Ankara hükümeti adına Gümrü Antlaşması'nı imzalamıştır.30 kasımda Kars'ın son kurtuluşunu yine karabekir paşa sağlamış ve ferikliğe (korgeneral) yükselmiştir.. Rus Sovyet Sosyalist Federe Cumhuriyeti ve Kafkasya hükümetleriyle Kars Antlaşması görüşmelerini yürütmüştür. Kurtuluş Savaşı'nın bitiminden sonra I. Ordu müfettişliğine atanan karabekir 1923'te İstanbul milletvekili olmuştur. 1924'te, TBMM'deki Dörtler Grubu'nu desteklemiş. Ardından askerlikten ayrılarak Halk Fırkası'ndan istifa etmiştir. 17 Kasım 1924'te kurulan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nın başkanlığına seçilmiştir. Parti, 3 Haziran 1925'te, Şeyh Sait ayaklanması nedeniyle kapatılmıştır. Atatürk'e karşı yapılan İzmir suikastı ile ilgili görülerek, bazı partililerle birlikte yargılandı 14 haziran 1926 yılında Mustafa Kemal paşaya bir suikast düzenleneceği ihbarıyla başlayan vede 18 kişinin idamıyla sonuçlanan bu olaya Karabekirde dahil edilmiş ilk göz altına alınmak istediğinde İsmet İNÖNÜ şiddetle karşı çıkmış ancak Mustafa Kemal paşa tarafından gönderilen emirle tutuklanmıştır.aslında asılacaklar arasında Karabekir'inde ismi yer alıyordu ne var ki olayı duyar duymaz mahkeme salonuna akın eden subaylardan çekindikleri için asma eylemini gerçekleştirememişlerdir.
  • Çünkü milli mücadele yeni bitmiş milli mücadele kahramanını astıkları takdirde ordu içerisinde hareketlilik yaşanır önüne geçemezler diyerek vazgeçmişlerdir.bu davadan sonra Karabekir evine kapanmıştı.ancak bununla da yetinmeyerek kendisine psikolojik baskı kurmaya başlamışlardı ki kendisine yakın subaylardan biri evine gelerek paşam sakın bahçeye çıkmayın zerzevatçı kılığındaki bir polis bir tartışma çıkararak seni öldürecek demişti. Mustafa Kemal ölene kadar da evinden neredeyse hiç çıkmamıştır.1930'larda İstiklal Harbimiz isimli bir kitap yazmış kitap daha matbaa dayken toplanarak Edirnekapı surlarında yakılmıştır.milli mücadelenin ikinci adamı sayılan karabekirin yaşadıklarını anlatmasına niçin müsaade edilmemişti.ancak ne var ki ilahi adalet yerini bulacak yıllar sonra kız kulesinin tam karşısındaki Cafer TAYYAR paşaya ait olan köşk satılacak restorasyonu sırasında zemin tahtalarını altında saklanmış olan istiklal harbimiz kitabının bir nüshası bulunacaktı.Mustafa Kemal ölüm döşeğindeyken helalleşmek için karabekire haber göndermiş ancak haber Karabekire ulaştırılmamıştı daha sonraları kendisine sorulduğunda haberim olsa giderdim diyordu.Mustafa Kemal paşanın ölümüyle birlikte Siyasi hayatına on dört yıllık aradan sonra, 6 Ocak 1939'da İstanbul milletvekili olarak devam etmiş 1946'da TBMM başkanlığına seçilmiş ve bu görevdeyken 26 Ocak 1948 tarihinde hayatını kaybetmiştir.
  • Kazım karabekirin istiklal harbimiz ve uğur mumcunun yayımladığı Kazım karabekir anlatıyor kitaplarında çok daha fazla ayrıntıyı görebilirsiniz.

5 Mart 2015 Perşembe

ORG.EŞREF BİTLİS


  • Türk Silahlı Kuvvetleri tarihinde görevi başında hayatını kaybeden sayılı komutanlardan biri olan Org.Eşref BİTLİS 1933 yılında Malatya'da doğdu.1952 yılında 19 yaşındayken Kara Harp Okuluna giren BİTLİS 1954'te Topçu Teğmeni olarak Türk Silahlı Kuvvetlerine katıldı.O dönemde harp okulu iki yıllıktı.BİTLİS 1966'da Kara Harp Akademisini bitirip kurmay subay oldu.Ertesi yıl dil öğrenimi için Almanya'ya gittiğinde rütbesi binbaşıydı.Almanya'da iki yıl kaldı.1969'da Türkiye'ye dönüp Silahlı Kuvvetler Akademisini bitiren ve 3yıl çeşitli birliklerde görev yapan BİTLİS 1972'de tekrar Almanya'ya gönderildi.1973'te Alman Kara Harp Akademisini bitiren BİTLİS dönüşünde Kara Harp Akademinde bir yıl baş öğretmenlik yaptı.Eşref BİTLİS albay rütbesiyle Alay Komutanı iken 1974 Kıbrıs Barış Harekatına katılan subaylardan biriydi.1978 yılında Tuğgeneral oldu.4 yıl boyunca Bolu Dağ Komando Tugay Komutanlığı yaptı.1982 yılında Tümgeneral oldu.Albay olarak savaşmak için gittiği Kıbrıs'a bu defa Tümgeneral rütbesiyle geri döndü.Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri Kolordusuna bağlı 28.Tümen Komutanlığına atandı ve iki yıl Kıbrıs'ta kaldıktan sonra Türkiye'ye geri döndü.1986'da Korgeneral rütbesine yükselen BİTLİS paşa 1988'de üçüncü defa Kıbrıs'a gittiğinde Kıbrıs Türk Barış Gücü Kuvvetleri Komutanıydı.1990'da Eşref BİTLİS bir subayın gelebileceği en son rütbe olan Orgeneralliğe terfi etti.Onu ikinci bir sürpriz daha bekliyordu org.olur olmaz Jandarma Genel Komutanlığı makamına getirildi.Normalde bu göreve iki yıl org.rütbesiyle Ordu Komutanlığı yapanlar atanırken bu görev kendisine doğrudan verilmişti ve sorumluluğu büyüktü.BİTLİS paşanın Jandarma Genel Komutanı olduğu 1990 yılı terörün en belirgin olduğu yıldı.Eşref BİTLİS'e göre bütün ülkeye yayılma ihtimali olan Güneydoğudaki ateşi söndürmek istiyorsak PKK meselesiyle Kürt meselesini birbirinden ayrı tutmak gerekiyordu.PKK ile mücadele edilirken eli silahlı terörist ile normal sivil insanlar arasında ayrım gözetilmeli sivil insanlara en az zarar verecek terörle mücadele yöntemleri kullanılmalıydı.Eşref paşanın en önemli görüşlerinden biri Kürt realitesini inkar etmeyip bu halkı Türkiye'nin bir parçası olarak kabul etmesiydi.Kürt kökenli askerleri kendi evlatlarımızdır diye adlandırırken Kürt kökenli Türk Silahlı Kuvvetlerine mensup subayların tayin ve atamalarında taraf tutulmaması gerektiğini savunuyordu.
  • Eşref paşa güney doğudaki tabloya bir bütünlük içerisinde bakmak gerektiğini oradaki insanların sıkıntılarını da dikkate alarak bir çözüm modeli geliştirmek bir barış modeli geliştirmek gerektiğini meselenin sadece askeri boyutlarla çözülemeyeceğini bunun içerisinde siyasi çözümlerinde düşünülmesi gerektiğini savunuyordu.Cumhur Başkanı ÖZAL 1991 yılında Kürtçe konuşmayı yasaklayan kanunu kaldırtmıştı.ÖZAL'a göre SORUN YASAKLARLA ÇÖZÜLEMEZ BU BÖLGEDE EZİKLİK VE TERK EDİLMİŞLİK  DUYGUSU VAR BUNU KIRMALIYIZ diyordu.Eşref paşa TSK'ya bağlı birimlerin bazılarının Doğuda ve Güneydoğuda gereksiz şiddet uyguladığını halkın bundan zarar gördüğünü altındaki subayların hazırladıkları raporlardan görebiliyordu bu yüzden Milli Güvenlik Kurulu toplantısında,TERÖRLE MÜCADELEDE DEMOKRATİK HUKUK DEVLETİ KURALLARI İÇİNDE KALINMALI KANUN VE NİZAM HAKİMİYETİ KESİNTİSİZ TESİSİ İDAME EDİLMELİ HALKIMIZIN HUZUR VE GÜVENLİK İÇİNDE BULUNMASI ESAS ALINMALIDIR diyordu.Ayrıca Eşref paşanın ÖZAL'a yazdığı ve daha sonra ortaya çıkan mektubunda:SAYIN CUMHUR BAŞKANIM BÖLGE HALKININ KAZANILMASI ZARURİDİR.HALK YANLIŞ YÖNETİM İLE TERÖR ARASINDA SIKIŞMIŞ DURUMDA BUNU SUİSTİMAL EDEN UNSURLARIN BERTARAF EDİLMESİNİN ZORUNLULUĞU ORTADADIR BÖLGEYE GÖNDERİLEN PERSONELİN TERÖRÜN OLUŞUMU VE ETKİLERİ KONUSUNDA BİLGİLENDİRİLMELERİ ŞARTTIR.TERÖR ÖRGÜTÜNÜN ZEMİN BULMASININ ÖNÜNE GEÇMEK İÇİN ALAN ÇALIŞMASINA AĞIRLIK VERİLMELİDİR diyordu.
  • Org.Eşref BİTLİS teröre kesin çözüm için kuzey Irak'taki bataklığın kurutulmasına kesin olarak inanmıştı.4 Ekim 1992 günü Kürt Federe Devletini ilan etmiş olan BARZANİ ve TALABANİ'nin bu mücadelede Türkiye'nin yanında yer alması hayati önem taşıyordu.bu hassas konuları dile getirmek için 17 aralık 1992 günü kuzey Irak'a giden helikopterin içinde org Eşref BİTLİS ve Güneydoğu Asayiş Komutanı Korgeneral Necati ÖZGEN vardı.Onları taşıyan helikopter saat 07:55'te Silopi den havalandı.sınırı geçtiklerinde yanındaki Korgenerale dönen BİTLİS,Necati paşa biz şuanda kuzey ırak'a geçen ilk iki Türk Generaliyiz dedi.Türkiye sınırı daha yeni geçilmişti ki saat 08:12'sularında Çekiç Güç savaş uçakları tarafından taciz edildiler.oysa Mardin radarına uçuş bilgisi ve içindekiler hakkında bilgi verilmişti.Amerika F15 uçaklarının helikopterin yanından hızla geçerek helikopteri türbülansa düşürmek istediklerini anlayan pilot olası bir tacizin tekrarlanmaması için helikopteri Fırat nehri üzerinden silme bir şekilde uçurdu.daha sonra bu olay soruşturulsa da faili meçhul olarak kaldı.
  • Eşref BİTLİS paşanın temaslarıyla Talabani ve Barzani ile iki protokol imzalanmış ve teröre karşı Türkiye'nin yanında yer alacaklarını beyan etmişlerdi.Buna karşılık sınırlara 67 karakol yapılacak bu karakollar Türkiye tarafından finanse edilecekti.

  • Amerika'nın Eşref paşayı parçalara ayırarak  yok etmeye varan hiddetinin nedenlerinden biri de Bitlis paşanın İran,Irak,Suriye ve Türkiye'nin oluşturacağı bölgesel girişim ile Irak'ın toprak bütünlüğünü korumasının sağlanmasını istiyordu.kısaca amacı Amerika'nın Kürt Devletçiği kurma politikasını işlemez hale getirmekti.bu politikanın en önemli kısmı Irak'ın kuzeyindeki Kürtlerin Irak yönetimi ile anlaşmasını sağlayarak Çekiç Gücün bölgeden uzaklaştırılmasıydı.Eşref paşa bu gün tanınma noktasına gelen kukla devletin kurulmasını engellemek istiyordu.Irak'ın kuzeyine yapılan ilk sınır ötesi operasyonda Eşref paşa komutasında yapıldı.harekatın yapıldığı topraklar 1991 körfez savaşından sonra fiilen Amerika'nın denetimindeydi.Eşref paşa Büyük Orta Doğu Projesiyle ortaya çıkan Amerika'nın Türkiye'yi parçalara bölme planına cesaretle karşı çıkıyordu.Bu komutan Türkiye'nin gelecekteki Genel Kurmay Başkanıydı.Eşref paşa öldürülmeden önce Amerika'nın Orta doğuya asker çıkarma planını belgelemiş bu planı Cumhur Başkanı Turgut ÖZAL'a bildirmişti.Amerika 1991 yılı başında 1.Körfez Savaşını başlattı.saldırının nedeni savaş sonunda açığa çıktı.36.paralelin kuzeyi uçuşa yasak bölge ilan edildi.Amerika bölgenin denetimi için Çekiç Gücü Türkiye'nin Güneydoğusuna yerleştirdi.böylece Irak'ın kuzeyinde yeni bir İsrail Devletinin temelleri atılmış oldu.Amerika'nın planı şuydu,3 tane İsrail Devleti.1. İsrail mevcuttaki İsrail'di.Bu devlet Amerika'nın bölge hakimiyeti açısından vazgeçilmeziydi 2.İsrail Irak'ın kuzeyine kurulacaktı.Cumhuriyetten,Laiklikten ve Bağımsızlıktan vazgeçen Mehmetçiğin kanını Amerika'nın hizmetine sunacak Türkiye 3.İsrail'di.1.ve 2.İsrailin var olabilmesi için Türkiye'de MAFYA-TARİKAT diktatörlüğü kurulmalıydı.Türkiye'nin Irak'ın kuzeyindeki İsraili tanıması ve bölünmeye razı olması için yürürlüğe konan planda,Amerika'nın Çekiç Gücü Türkiye'ye konuşlandırmasının nedeni de buydu.pkk terörüyle savaşan Türk Ordusunun başta BİTLİS paşa olmak üzere kimi komutanları Türkiye'nin kuzey Irak üzerinden bölünmesi tehlikesini görmüşlerdi.işte bu yüzden Eşref paşa Amerika'nın kuzey Irak'ta kurmak istediği 2. İsrail'in kurulmasını engellemek istiyordu.ÖZAL ise bu planın raporlarını Amerika başkanı BUSH ve Amerika Savunma Bakanı CHENEY'e bildirdi.Amerika derin devletinin başı olan Cheney Org.EŞREF BİTLİS'i kişisel bir hedef olarak belirlemişti.BİTLİS paşa ayrıca Uğur MUMCU'nun öldürülmesinin nedenlerinden biri olan TSK'a ait silahların seri numaralarının silinerek Irak sınırına gönderildiği raporunun detaylarını araştırırken Çekiç Güce ait helikopterlerin incirlik hava üssünden havalanarak Irak'ın kuzeyine pkk için yardım paketleri attığını kendi subaylarının hazırladığı raporlarda görmüştü.Eşref paşa Amerika'nın bu düşmanca tavrını her fırsatta dile getiriyordu.artık Eşref paşa Amerika için açık bir tehditti.Org.Eşref BİTLİS'in ortadan kaldırılışına doğrudan Amerikalı bir grup komutan karar vermişti.önce ABD Savunma Bakanı Dick CHENEY'den onay alındı.cinayet kararı 10 Ocak 1993 günü Adana'da incirlik hava üssünde düzenlenen toplantıda verildi.toplantıya ABD Dış İşleri Bakanlığı Kuzey Afrika ve Yakın Doğu Masası Sorumlusu Elizabeth SHALTON başkanlık etti.Genel kurmay istihbaratı daha sonraki dönemde bu isimleri saptadı.bunlar arasında Çekiç Gücün Irak'ın kuzeyindeki albay rütbeli iki komutanı da bulunuyordu.
  • 17 şubat 1993 günü Org.BİTLİS nihai bir sınır ötesi operasyonun hazırlıklarını yapmak üzere Diyarbakır'a gidecekti.Diyarbakır'a gideceği uçağın pilotlarını da kendisi tayin etmişti her iki pilotta tecrübeli ve paşanın güvendiği isimlerdi.Uçuş 12:20 olarak bildirildi ve öngörülen saate sadık kalınarak gerçekleşti.12:26 sularında Ankara  Yeni Mahalle posta işletme merkezinin bahçesine Jandarma Genel Komutanı Eşref BİTLİS'in içinde bulunduğu uçak düştü.
  • içindeki beş kişiyle çakılan uçak alev topuna dönmüştü.olay derhal Genel Kurmay Başkanlığına bildirildi.Genel Kurmay Başkanı Doğan GÜREŞ olay yerine geldi.hemen sonrasında Güvercinlikte bulunan Kara Havacılık okuluna giderek Tuğgeneral Armağan KULOĞLU ile görüştü ve ardından Meydan Gazetesi muhabirine uçağın kesin düşüş nedeninin buzlanma ve pilotaj hatası olduğunu söyledi.Ertesi gün Genel Kurmay Başkanlığı aynı yönde açıklama yaptı.hiç bir bilir kişi raporu veya teknik bilgi yoktu.buzlanma ve pilot hatası senaryosunun yazarı Kara Havacılık Okulu komutanı Armağan KULOĞLU idi.komutanlığın kazadan yarım saat sonra hazırladığı rapora göre uçağın düşüş nedeni buzlanmaydı.Rapor şaşırtıcı düzeyde çelişkilerle doluydu ve bilimsel değerlendirmeden uzaktı.Genel Kurmayın senaryosuna konuyu biraz bilen subayların hiç biri inanmadı.ancak bunu kamuoyu önünde adını ve unvanını vererek ilk açıklayan emekli Hava Tümgeneral Aslan ÖNER oldu.Aslan ÖNERE'e göre uçak o hava koşullarında donarak düşemezdi.sabotaj üzerinde durulması daha doğru olacaktı.Kara Havacılık Okulu Kurmay Başkanı Albay Erdal ÖZDEN uçak enkazı üzerinde iki gün inceleme yaptıktan sonra çok önemli bir rapor hazırladı.raporda motorların çok önemli parçalarının kayıp olduğunu bazı parçaların tahrip edildiği yazıyordu tarih 24 şubat 1993'tü.Ancak daha sonra Amerika ve Kanada'dan gelen bir heyet yaptıkları inceleme sonucunda buzlanma ve pilotaj hatası olduğunu bildiren bir rapor vererek konunun üstünü kapatmaya çalıştılar.Uçağın düşmesinin ardından yeni mahalle cumhuriyet savcılığı ve Kara Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Savcılığı olaya el koydu.Sivil savcılık uçağın askeri uçak olması ve şehit olanların asker kimliği nedeniyle soruşturmanın tamamını askeri savcılığa devretti.Askeri savcılık hazırlık soruşturmasını 5 mayıs 1993 günü sonuçlandırdı.Savcı Hakim Albay Yüksel FERAH uçağın buzlanma nedeniyle düştüğüne kanaat getirdi ve kovuşturmaya yer olmadığı kararı verdi.Eğer kayıtlara geçmeyen kötü hava koşulları var idiyse meydan harekat subaylığı meteoroloji kısmı sorumlusunun ^uçuş koşulları yoktur^ diye rapor vermesi gerekirdi.Bir erin kazayla ölümü konusunda dahi kural olarak bütün sorumlular hakkında soruşturma açılır oysa bir general çok önemli bir göreve giderken meteorolojik gibi düzeltilmesi elde olan faktörler kazaya neden oldu deniyorsa neden sorumluları hakkında dava açılmadı.uçuş izni veren Ulaştırma Grup Komutanı ve onun komutanı olarak K.K.K. Havacılık Okulu Komutanı Tuğgeneral Armağan KULOĞLU hakkında soruşturma açılmamıştı.Genel Kurmay Başkanlığı yasaları ve askeri yönergelerinin çiğnenmesinin TSK geleneklerine aykırı davranılmasının bir nedeni olmalıydı.Bir soruşturmada bu kadar çok fazla hata olamaz hele bir Kuvvet Komutanının şehit edilmesine neden olan bir uçağın düşmesiyle ilgili soruşturmada bu kadar usulsüzlük ve baştan sağma kabul edilebilir değildi.Sonraki aylarda düşürülen uçağın 2.pilotu kurmay yüzbaşı Tuğrul SEZGİNLER'in ablası Saime SEZGİNLER ve avukat Nusret SENEM uçağa sabotaj yapıldığını ispatlamak için Ankara 13. Asliye Hukuk Mahkemesine dava açtılar.dava sayesinde dosya bilir kişiye gitti.Mahkeme tarafından bilir kişi tayin edilen İstanbul Teknik Üniversitesi Uçak ve Uzay bilimleri Fakültesi öğretim üyeleri 4 Kasım 1996'da incelemelerini tamamlayıp raporlarını yazdılar.Uzun araştırmalar sonucunda hazırladıkları raporda uçağın düşmesinde buzlanmanın ve pilot hatasının etkili olduğunu gösteren yeterli ve tatminkar delil olmadığı belirtiliyordu.Bilir kişi başkanı Prof.Dr.Ahmet Nuri YÜKSEL daha sonraki yıllarda bunun tamamen sabotaj olduğunu söylüyor,eski Adalet Bakanı Şevket KAZAN'da kaza değil cinayettir diyordu.İsmini vermek istemeyen bir general aydınlık gazetesine verdiği röportajda Eşref paşayı Amerikalılar öldürttü Eşref paşanın öldürülmesinde rol oynayan harpçı subaylar şimdi ÇİLLER ile beraberler diyordu.General,Tansu ÇİLLER ile beraber hareket eden bir gruptan bahsediyordu.bu grup bir kaç yıl sonra Susurluk'ta kamyona çarpacak olan GLADYO yapılanmasıydı.çillerin etrafında toplanan bu örgütün mensupları aynı zamanda MİT KONTR-TERÖR MERKEZİ'nde görev yapıyorlardı.tesadüfe bakın ki Mit Kontr-Terör Daire Başkanı Mehmet EĞMÜR Susurluk komisyonuna verdiği ifadede 1993 yılında göreve çağırıldığını açıklamıştı.1993 Eşref paşa ve diğer cinayetlerin işlendiği yıldı.oysa Mehmet EĞMÜR'ün resmi ataması ÇİLLER tarafından 1994 yılında yapıldı.Ordu içerisindeki KONTR-GERİLLA olarak bilinen Gladyo yapılanmasının tasfiye edilmeye başlanması da Eşref BİTLİS döneminde 1992'de başlamış Özel Kuvvetler Komutanlığı kurulmuş 1994 yılında İsmail Hakkı KARADAYI Genel Kurmay Başkanı olunca bu süreç hızlanmıştı.bunun üzerine Gladyo yaşama alanı bulamadığı TSK içinden polis teşkilatı içine kaymaya başlayacaktı.Amerika artık Türkiye'ye yönelik operasyonlarını Polis teşkilatı içine kurduğu FETHULLAHÇI GLADYO ile yürütecekti.
  • Org.Eşref BİTLİS öldürüldükten sonra BİTLİS paşanın ideolojisini paylaşan yakın ekibinin içinde olan ve tüm gelişmelere vakıf, Korgeneral İsmail SELEN,Korgeneral Hulusi SAYIN,Tuğgeneral Bahtiyar AYDIN,Tuğgeneral Temel CİNGÖZ,Albay Rıdvan ÖZEN ve Albay Kazım ÇİLLİ OĞLU birer birer suikast e kurban gittiler.Oysaki Kazım ÇİLLİ OĞLU Eşref paşanın düşen uçağında olması gerekirken ekipten çıkarılmış hazırlık yapması için iki gün önce Diyarbakır'a gönderilmişti.ÇİLLİ OĞLU kazadan bir yıl sonra Tunceli Jandarma Alay Komutanı olarak görev yaparken lojmanında ölü olarak bulundu.Eşref paşa ve ekibi katledilmek üzere tasfiye edildiler.
  • Org.Eşref BİTLİS paşanın ölümünden sonra akıllarda kalan bir takım sorular vardı....
  • O gün Ankara'dan havalanan bir çok uçak vardı neden sadece Eşref paşayı taşıyan uçağın motorları buzlanmaya maruz kaldı?güneşin açıp karların erimeye başladığı bir havada hemde havalandıktan 6 dakika sonra nasıl buzlandı?
  • uçağın buzlanmaya maruz kaldığı yalanı olaydan yarım saat sonra neden alelacele yapıldı?
  • gece nöbet tuttu yorgundu denilen 1.pilot Yaşar ELİYAR'ın nöbetçi subay odasında 7,5 saat istirahat ettiği bilinmesine rağmen neden böyle bir açıklama yapıldı?
  • Uçağın motorlarını üreten PRATT AND WHİTNEY şirketi uçağın motorlarının -40 derecede dahi uçabileceğini testlerinin yapıldığını ve bunun şartnamede yazdığını,hele ki -4 derece gibi komik bir soğuklukta düşemeyeceğini iddia ediyor.bir düşme esnasında motorların dış çeperinin kesinlikle parçalanamayacağını böylece motor parçalarının etrafa savrulamayacağını özellikle önemli kişileri taşıyan uçaklarda bu tür motorları tercih ettiklerini raporlamışlardı. 
  • Olaydan bir gece önce uçağın bulunduğu hangarın önünde nöbet tutan asker Tahir METİN'nin alınan ifadesinde hangara gece geç saatlerde bir astsubayın girdiğini yarım saat kadar içeride kaldığını sonrada gittiğini söylüyordu.orada görev yapan astsubaylar teşhis için toplandığında hiç biri o akşam gelen astsubay değildi.bu adam kimdi ve gerekli parolayı nereden biliyordu?
  • Eşref paşanın uçağının düşmesinden 3 yıl sonra aralarında polis ve askerlerinde bulunduğu bir çeteye operasyon yapıldı.yakalanan iki astsubay Eşref paşanın uçağının park halinde tutulduğu Kara Havacılık Okulunda görev yapıyorlardı.bu olay yeterince neden araştırılmadı?
  • Uçağın postane bahçesine düşmesinden iki dakika sonra olay yerinde sivil bir şahsın dolaştığını gören PTT çalışanı kendisine kim olduğunu sorduğunda kimliğini çıkartan şahsın binbaşı olduğunu uçakta Jandarma Genel Komutanının olduğunu söylüyordu.bu şahıs kimdi?iki dakikada oraya nasıl gelmişti? enkaz içerisinde ne arıyordu?neden tek başınaydı?daha sonraki yıllarda enkaz bölgesine gelen şahsın gladyo yapılanmasına bağlı kendisi de faili meçhul cinayete kurban giden Jitemci Cem ERSEVER olduğu anlaşılacaktı.
  •  2003 yılında BİTLİS paşanın oğlu Tarık BİTLİS'in olayın üstünden on yıl geçmesine rağmen uçak kazasını araştırmaya devam etmesi ve bu konuda Doğu PERİNÇEK ile sık sık görüşmesi dönemin Genel Kurmay Başkanı Hilmi ÖZKÖK'ü neden rahatsız etmişti?çünkü bir pazar günü rahmetli Eşref BİTLİS'in evine kahvaltıya gelen Hilmi ÖZKÖK,BİTLİS paşanın hanımına Tarık neden Doğu PERİNÇEK ile görüşüyor? bıraksa ya bu işleri diyordu...
  • Org.Eşref BİTLİS'in uçağı düştüğünde bir heyet ile yemekte olan Dış İşleri Bakanı Hikmet ÇETİN haberi aldığında arkadaşlar geleceğin Genel Kurmay Başkanı Org.Eşref BİTLİS ölmüş diyor,Heyetteki bir üye ise çok yazık Kürt meselesini çözecek tek komutan ölmüş diyordu.