6 Ağustos 2015 Perşembe

İSTİKLAL MAHKEMELERİ


  • Olağan üstü zamanların olağan üstü mahkemeleri olarak adlandırılan bu mahkemeler bir çokları için gerekli,yaptıkları doğru ve tartışılmaz yapılardı.Çünkü dönemin şartları onu gerektirmekteydi.Yalan tarihimizin en önemli hukuk dışı organı olan istiklal mahkemelerini gerekliydi sözleriyle savunmak ciddi maharet istemektedir.Ayrıca yine aynı çevrelerce devrimin gerçekleşmesi için gerekliydi cümlesinin üretilmesinin faydadan çok zararı olduğu da ortadadır.
  • 23 nisan 1920 günü Büyük Millet Meclisinin Ankara'da açılmasıyla Anadolu'nun ortasında yeni bir mücadelenin başladığı da ilan edilmiş oluyordu.Anadolu'nun hemen her yerinden gelen vekiller zor şartlara rağmen halk iradesini amil kılma adına bir araya toplanmışlardı.Taraflı tarafsız herkesin dediği gibi bu meclis halk temsilinin sağlandığı meclisti.Böylesine bir gücün tüm zorluklara rağmen başarıya ulaşması muhakkaktı.
  • 1.meclisin yapısına bakıldığında ülkeyi kurtarma azminin tüm üyelerde olduğu rahatlıkla görülebilirdi.Hiç bir çıkar ilişkisi olmayan bu kişilerin millet dışında kimseye minnet borcuda yoktu.Bu yüzden olsa gerek meclis içinde ciddi muhalefetle karşılaşmak mümkündü.Her ne kadar muhalif kanat kemalist bir takım tarihçiler tarafından gerici ilan edilmişselerde gerçek hiçte öyle değildi.
  • Aynı dönemde meclis ve M.Kemal başkanlığındaki ERKAN-I HARP heyetinin en büyük sıkıntısı asker kaçakları ve kurulmaya çalışılan ordunun yeterli imkanları olmayışıydı.Ne yazık ki neredeyse yüzyılın başından beri yaşanan savaşlar nedeniyle Anadolu halkı bıkmış durumdaydı.Orduya ve savaşa sıcak bakmayanlar mevcuttu.birde buna İstanbul-Ankara ikilemi eklenince ciddi bir kafa karışıklığı doğuyordu.
  • Büyük Millet Meclisi kuruluşundan kısa bir süre sonra 29 nisan 1920'de HIYANET-İ VATANİYE kanununu çıkarıyordu.Ancak bu kanunun uygulanmasında normal mahkemeleri beğenmeyenler İstiklal Mahkemelerinin kurulmasını öneriyor 2 eylülde verilen teklif 18 eylülde yasalaşıyordu.Bu duruma muhalefet tepkiliydi.tepkinin nedeni meclisin üstünlüğü yetkilerin kullanılış biçimi olarak adlandırılabilir.Mahkemelerin yetkilerinin ve sınırlarının genişletilmesiyle M.Kemal'in Baş Komutanlığa getirilmesinin aynı tarihe gelmesi ilginç bir tesadüftür.M.Kemal'in 5 ağustos 1921'de Baş Komutanlığa getirilmesi üzerine istiklal mahkemeleri doğrudan ona bağlanmış oluyordu.Bu durum meclisteki muhalefet tarafından olumlu karşılanmıyordu.Bu konu hakkında söz alan Hüseyin AVNİ bey şöyle der..OLAĞAN ÜSTÜ ÖNLEM ALMAK İÇİN İSTİKLAL MAHKEMELERİ KURULDU FAKAT ZAMAN OLDU Kİ HÜKÜMET BÜTÜN İCRAATI İSTİKLAL MAHHKEMELERİNE VERİR BİR ŞEKİLDE BİZE BİR KANUN KABUL ETTİRDİ.ARTIK İSTİKLAL MAHKEMELERİNİN EL UZATMADIĞI EL KOYMADIĞI ŞEY KALMADI VE BÜTÜN HÜKÜMETİN İCRAATINI ELİNE ALDI.MECLİS ADINA HÜKÜMLER VERDİ.EFENDİLER SİZ MEMLEKETİ KURTARMAK İSTİYORSANIZ,SİZ MAHKEMELERİ YAŞATMAK İSTİYORSANIZ İŞTE BURADA 350 MAHKEMEMİZ VAR ONUN KUDRETİNİ ARTIRIN 5 MAHKEME DEVLETİN BÜTÜN TEŞKİLATINI YÜRÜTEMEZ.İHTİLALİNDE HUKUKU VAR.FAKAT BÖYLE KENDİ OYUYLA HÜKÜM SÜRECEK MADDİ VE MANEVİ SUÇ ZARAR TAKDİRİYLE HÜKÜM SÜRECEK BİR KURULUŞ DÜNYADA MEVCUT DEĞİLDİR.BU DÜNYANIN ADALETİNE SIĞACAK ŞEYLERDEN DE DEĞİLDİR.ASKER KAÇAKLARI İÇİN GEREKLİYSE YALNIZ ONUNLA SINIRLANDIRALIM BÖYLE MADDİ MANEVİ ZARAR TAKDİRİNE YETKİLİ GENEL CÜMLELERLE SINIRSIZ YORUM VE TERS DÜZ ETMEYE MÜSAİT CÜMLELERLE VERİLEN YETKİYLE VE KENDİ OYUYLA HER ŞEYİ HÜKÜM ALTINA ALMAK HER ŞEYE HÜKÜM VERMEK YETKİSİNİ ARTIK ORTADAN KALDIRMAK ÜZERİMİZE FARZDIR.Bu selzenişin meclis kürsüsünden yapıldığını hatırlatmakta da fayda vardır.Asker kaçaklarını önlemek adına kurulan istiklal mahkemeleri tüm kanunların ve meclisin üzerinde hareket ederek adeta tetikçilik yapmaktaydı.Anadolu'da bulunan işgal kuvvetlerine karşı mücadele verilirken ne yazık ki istiklal mahkemeleri kuruluş amacının dışına çıkarak adeta terör estiriyordu.Koyu bir ittihatçılık taassubunu üzerinde taşıyan bu mahkemeler kendi fikri duruşu dışında hiç bir şeye hayat şansı tanımıyordu.1920 yılının sonlarında Konya Bozkır'da AHKAM-I ŞERİYE ve Hilafete hakkıyla bağlanılmasını isteyen bir yürüyüş yapılmıştı ve 1921 yılının ilk günlerinde aynı yerden Kadı RAGIP efendi tarafından Kazım KARABEKİR paşaya ülkenin geleceğiyle ilgili bazı sorular yöneltiliyordu.Bu sorular hilafet ve saltanatla ilgiliydi.
  • TBMM Arşivi Konya istiklal mahkemeleri T2 dosya no:276'da İsmet paşanın şifreli bir telgrafından bahsedilmektedir.BÜTÜN BİR KONYA BÖLGESİ İRTİCAYA MÜSAİT BİR BLGE OLDUĞUNDAN GERİCİLİĞE MÜSAİT BİR ZEMİN OLUŞTURULDUĞUNDAN KONYA HALKININ BÜTÜNÜYLE TUTUKLANMASINA....ne yazık ki telgraf olayının devamında istiklal mahkemeleri görevi devralıyordu.sadece bozkır'da 780 kişi idam edildi.









  • Yine TBMM ARŞİVİ KONYA İSTİKLAL MAHKEMELERİ..T14 No:5 zarf 48...Konya merkezde 2300 kişi tutuklanmış 805 kişi 3 gün içinde idam edilmişti.1495 kişide kürek,kala,bende ve ömür boyu gibi çeşitli cezalara çarptırılmışlardı.
  • Birinci mecliste sert tartışmalar sürüyor ve konu saltanat ve hilafete geldiğinde adeta kıyamet kopuyordu.mecliste böylesine tartışmalarda söz alan M.Kemal şöyle demişti;BU BİR OLUP BİTTİDİR.SÖZ KONUSU OLAN MİLLETE EGEMENLİĞİNİ BIRAKACAK MIYIZ? BIRAKMAYACAK MIYIZ? MESELESİ DEĞİLDİR.MESELE BASİT BİR GERÇEĞİ TESPİTTEN İBARETTİR.BU NE OLURSA OLSUN YAPILACAKTIR.BURADA TOPLANANLAR, MECLİS VE HERKES MESELEYİ TABİ BULURSA SANIRIM UYGUN OLUR.YOKSA YİNE GERÇEK USULÜNE GÖRE TESPİT EDİLECEKTİR.FAKAT BELKİ BİR TAKIM KAFALAR KESİLECEKTİR...Gerçekten paşanın dediği gibi olacak mecliste ve dışında kafalar kopacaktı.ancak buna rağmen muhalif vekiller istiklal mahkemelerine olan itirazlarını meclis kürsüsünden dile getirmeye devam edeceklerdi.Ancak muhalefete rağmen görüntüde mahkeme süsü verilmiş bu yapı bildiğini okuyacaktı.
  • İstiklal mahkemelerinin 2.dönemi diyebileceğimiz 1923 sonrasında yapılacakları anlatacak mantıklı bir izah yoktur.Genellikle hukukla alakası olmayan heyetler kararı uygulamakta tereddüt etmeyecek dirayedteydi.İstiklal mahkemeleri denince akla 3 ALİ'den kurulu Ankara İstiklal Mahkemesi gelecektir.gezici olan bu mahkemenin üyeleri Kılıç ALİ,Kel ALİ ve Necip ALİ idi.Reşit GALİP iddia makamıydı.garip olan bu üç Ali'nin de hukukçu olmamasıydı.Ancak verilen görev ve emirleri ciddiyetle yerine getiriyorlardı.Bu mahkemeler kurucu gücü tanımak bakımından oldukça önemlidir.

  • İstiklal mahkemeleriyle ilgili Falih Rıfkı ATAY,ÇANKAYA eserinde şöyle diyordu.YENİ REJİMİN OTORİTESİ İZMİR VE ANKARA SEHPALARI ÜZERİNDE TUTUNDU.BU KESİN TASFİYE HER TÜRLÜ ALEYHTARLIĞIN VE GERİCİLİĞİN BÜTÜN CESARETİNİ KIRDI.M.KEMAL'E BAŞLADIĞI İNKILABI TAMAMLAMAK FIRSATI VERDİ.İstiklal mahkemelerinin en ilginç noktasının biride mahkemenin başına cinayet işleyen birinin getirilmesidir.Mecliste hemen herkesin gözü önünde Deli HALİT paşayı vuran bunu da mahkemede itiraf eden ama nasıl olduysa beraat ettirilen Kel ALİ bu olaydan yaklaşık bir yıl sonra istiklal mahkemelerine başkan olarak atanıyordu.
  • Gerçekten de zor zamanların mahkemesiydi istiklal mahkemeleri.1922 yılının son baharıyla başlayan yeni süreç ülkede ciddi bir ayrışmanın,halk arasında ciddi tereddütlerin yaşanacağı günler olacktı.1 kasım 1922'de büyük tartışmalar sonucu saltanatın kaldırılması ve hilafetin şimdilik kaydıyla devamı silah arkadaşlarının M.Kemal'emuhalefet etmesiyle devam edecekti.Kazım KARABEKİR,Ali Fuat CEBESOY,Rauf ORBAY gibi isimler artık muhalefette idiler.Bu noktada muhalefetin güçlü hal almasında Lozan görüşmelerinde Türk heyeti olarak dişli isimlerden ziyade İsmet paşa başkanlığında bir heyetin gönderilmesi de etkili olacaktı.Muhalif kanat Lozan'ın oldu bitti ye getirildiğinden ve meclisin yeterince bilgilendirilmediğinden dert yanacaktı.Hatta İsmet paşa başkanlığındaki heyetin gizlice İngilizler'le anlaştığını iddia edenlerde olacaktı.Mecliste M.Kemal paşanın İsmet paşayı savunmak için yaptığı konuşma sırasında iki grup arasında tartışma çıkıyor bir ara Şükrü beye çok sinirlenen Kemal paşa ellerini cebine sokarak üzerine yürüyordu.Gerginlik Ali FUAT paşanın oturumu kapatmasıyla yatışıyordu.Ancak bu olaydan hemen sonra Şükrü beyin ortadan kaybolması sert eleştirilere neden olacaktı.onun öldürülmüş olabileceğini ileri süren Hüseyin AVNİ bey hükümeti suçlamıştı.2 nisan günü Şükrü beyin öldürülmüş olduğu anlaşıldı.Apar topar yapılan soruşturma sonucu M.Kemal'in yakın koruması Topal Osman yaralı olarak ele geçirildi ve hapiste öldü.M.Kemalin taraftarı diyebileceğimiz 1.grup bunu adi bir cinayet olarak nitelerken muhalefet bunun siyasi bir cinayet olduğunda ısrarcı olacaktı.İlginçtir TBMM İttihat Terakkinin öldürülen şeflerinin ailelerine maaş bağlarken Ali ŞÜKRÜ beyin ailesine maaş bağlanmamıştı.Artık mecliste iki grup vardı.bu gruplar arasında kesin çizgilerle ayrım yaşanıyordu.Muhalefetin yoğun ısrarları sonucu istiklal mahkemeleri meclis denetimine alınıyor ardından İSTİKLAL MEHAKİMİ kanunu kabul ediliyordu.
  • Yeni mecliste Anadolu ve Rumeli Müdafa-ı Hukuk cemiyetleri birleşerek 9 eylül 1923'te Cumhuriyet Halk Fırkasını kurdular.11 eylülde de M.Kemal genel başkan oluyordu.Ancak iktidarı elinde bulunduran Cumhuriyet Halk Fırkasına karşı çok geçmeden M.Kemalin eski silah arkadaşları partinin meclis üzerindeki baskısından rahatsız oluyor 17 kasım 1924'te Terakki Perver Cumhuriyet Fırkasını kuruyorlardı.Bu parti liberal sistemden ve halkın hakimiyetinden yanaydı.genel olarak hürriyetlerden yanaydı.din düşüncesine ve inançlarına saygılı olduklarını belirtiyorlardı.Ancak çok geçmeden bu ifade partinin sonunu hazırlayacaktı.Yeni meclisin oluşması ve muhalefetin şekillenmesinden sonra istanbul'da gazetelerin başını çektiği bir muhalefet dalgası yaşanacaktı.bu konuyla alakalı mecliste gizli oturumda baş vekil ismet paşa yaptığı konuşmada istiklal mahkemelerinin derhal İstanbul'a gönderilmesini ister.muhalefetin karşı çıkmasına rağmen mahkeme İstanbul'a gönderilir.başta Ahmet CEVDET ve Hüseyin CAHİT olmak üzere bir çok isim tutuklanıp yargılanır.Bu yargılamalar sonucunda beraat etseler de bu onlar için ciddi bir gözdağı olur.Ancak yaklaşmakta olan büyük bir isyan ortalığı toz duman edecektir.
  • Hilafetin ve saltanatın peş peşe kaldırılması Anadolu'da büyük bir travmaya neden olur.halkın bir bölümünün böylesi bir durumu kabul etmeyeceği de ortadadır.
  • 13 şubat 1925'te Ergani'ye bağlı Piran köyünde isyan başlar.isyanın lideri olarak Nahşibendi şeyhlerinden Sait görülür.isyanın kısa zamanda ilerlemesi başbakan Fethi OKYAR'ı koltuğundan edecek yerine İsmet İNÖNÜ getirilecekti.Bu ayaklanmayı hocaların yaptığı karşı ihtilal olarak adlandırılması istiklal mahkemelerinin çok işine yarayacak olayla ilgili veya değil çok sayıda insanı darağacına yollayacaktı.Yine Şeyh SAİT isyanının verdiği kozla muhalefet partisi istiklal mahkemesi tarafından önce doğuda kapatılıyordu.Terakki Perver Cumhuriyet Partisi programındaki dini inançlara saygılı olunacağı beyanı partiyi tamamen kapattıracak bahane olacaktı.isyan nedeniyle muhalefet yok ediliyordu.İsyandan sonra yakalanan ele başları Şeyh SAİT ve Seyit ABDÜLKADİR başta olmak üzere çok sayıda  isim idama mahkum edilmiş idamlar hemen infaz edilmişti.yine ülkenin değişik bölgelerinde muhalif olduklarını belli etmekten çekinmeyen kim varsa hepsi istiklal mahkemelerine sevk edilmişti.bu durumdan İstanbul basını da nasibini alacaktı.İktidara göre muhalefeti destekleyen İstanbul basını ulusun gereksinimlerini anlamamakta ve kötü niyetli hareket ederek yapay bir kamuoyu  oluşturmaktaydı.çıkarılan TAHRİRİ SÜKUN kanunu çerçevesinde İstanbul'da peş peşe gazeteler kapatıldı.
  • 28 kasım 1925'te mecliste kabul edilen 671 numaralı ŞAPKA İPTİZASI hakkında kanunla Türkiye'de yeni bir dönem başlatılıyordu.kanunun uygulanmasında kullanılan kuvvetin yanında İskilipli Atıf hocanın idamı büyük etki yaratmıştır.O günlerin fotolarına bakıldığında kıyafetlerin hırpani olmasına rağmen şapkaların çok yeni olması gözlerden kaçmaz.İskilipli Atıf hocanın şapka kanunundan yaklaşık 1,5 yıl önce yazdığı kitabında batı taklitçiliğine dikkat çekiyor ve hadiselere dayanarak BİR KAVNE BENZEMEYE ÇALIŞAN ONLARDANDIR.diyordu.ancak hoca 25 aralıkta şapka kanununa muhalefetten
    tutuklanarak Giresun'a gönderilir.orada beraat eder.ancak serbest bırakılmaz Ankara'ya istiklal mahkemelerine getirilir.burada şapka kanununa muhalefetten yargılanır ve mahkum olur.Ancak savcı Necip ALİ'nin 3-15 yıl arasında ağır hapis istemesine rağmen mahkeme başkanı Kel ALİ,Atıf hoca ile yaşadığı kısa diyalogdan sonra idama mahkum eder.İdam kararının infazı esnasında mahkeme üyesi Kılıç ALİ hocanın sarığını çıkarıp yerine kafasına şapka giydirmiştir.
  • Haziran 1926'M.Kemal'in İzmir'e yapacağı gezi öncesinde mektupla yapılan ihbar üzerine suikasti fiilen yapmakla görevli olanlar suç aletleriyle yakalanıyorlardı.Suikasti hazırlayanlar olarak Terakki Perver Cumhuriyet Fırkası ileri gelenleriyle eski İttihatçıların bir kısmı gösterilmiştir.en önemli rolü oynayanların İzmit millet vekili Şükrü bey ile Kara Kemal olduğu söylenmiştir.Sanıkların yakalanmalarından sonra istiklal mahkemeleri kuruluyordu.bu noktada bir çok kişinin ismi bu olayla ilgili anılıyor ve bunlar ülkenin değişik yerlerinden toplanıyorlardı.istiklal mahkemeleri yine deliller,ifadeler ve hukuk kurallarıdışında bir yargılama yapıyordu.olayla ilgisi olduğu şüphesiyle veya Kel ALİ'nin ifadesiyle VÜCUDU ZARARLI bir çok isim mahkeme karşısına çıkıyordu.Bunlardan biride doğu cephesi kumandanı Kazım KARABEKİR paşaydı.İzmir'de yaşanan bu olay ve peşi sıra kurulan mahkeme yine muhalifleri ortadan kaldırma fırsatı gibi görülmüştür.Kazım KARABEKİR paşa ve Ali Fuat CEBESOY paşalar mahkeme esnasında subayların salonu doldurmaları sayesinde idamdan kurtulmuşlardır.çünkü CEBESOY paşa Sakarya'da milli mücadeleyi başlatan,
  •  KARABEKİR paşa doğu cephesi kumandanı olarak milli mücadelede gösterdikleri başarı nedeniyle askerler tarafından çok seviliyor milli mücadele kahramanı olarak anılıyorlardı.Mahkeme heyeti şayet onları asarlarsa ordu içerisinde bir hareketlenme yaşanacağını düşünerek idam edememişlerdir.İzmir Suikasti davasında olayla ilgili olduğu düşünülen 5 kişi olmasına rağmen çeşitli bahanelerle İzmir'de 14 Ankara'da 4 olmak üzere 18 kişi idam edilmiştir.
  • 1920-1949 yılları arasında bazen yerleşik bazende gezici olarak görev yapan istiklal mahkemelerinin gördüğü davaların önemli olanlarından Menemen olayı ve Dersim isyanlarında.isyanların bastırılışın da yaşananlar kullanılan gücün kadın,çocuk,yaşlı demeden bölgeye tümüyle uygulanması ağır bir bilançoyu ve büyük bir hataya neden olmuştur.Bu noktada yapılan yargılamaların diğerlerinden çok daha farklı olmadığı görülmektedir.evrensel ve ulusal yargı geleneğinin çok dışında hareket eden bu mahkemeler rejimin demir kolları olarak işlevlerini yerine getirmişlerdir.
  • Resmi rakamlara göre istiklal mahkemelerinde 1034 idam kararı verilmiştir.ancak yayınlanan hatıratında Cellat Kara ALİ 5216 kişiyi idam ettiğinden bahsediyor. istiklal mahkemelerine ait 400 klasörlük arşivinin Eskişehir'deki yangında kaybolduğunu hesaba katarsak bu gün dahi bu mahkemelerde kaç kişinin canına kıyıldığını tam olarak bilemiyoruz.
  • TAKRİR-İ SÜKUN kanununun verdiği müsait ortamla istiklal mahkemeleri muhalefeti yok etmişti.her türlü eleştiri yasaklanarak ülke uzun yıllar sürecek zihni bir karanlığa gömülecekti.
  • bu noktada Uğur MUMCU'nun istiklal mahkemeleri tanımı oldukça önemlidir..İSTİKLAL MAHKEMELERİ,MAHKEME SAYILMAZLAR BUNLAR SAVAŞ VE İHTİLAL DÖNEMLERİNDE RASTLANAN ANTİ DEMOKRATİK İNFAZ KURULLARIDIR.
  • İstiklal mahkemelerinin hukukla uzaktan yakından ilgisi olmadığı gibi mahkeme heyeti de hukukçu değildi.mahkum edilen kişilerin avukatlarının olmayışı,savunma tanıklarının olamayışı,hükmün temyizinin olmayışı birde buna kararların mahkeme başlamadan verilmiş oluşu eklenince ortaya çıkan durum malumunuzdur.

5 Ağustos 2015 Çarşamba

LOZAN-MONTRÖ

  • 1936 Temmuz'un da imzalanan MONTRÖ isim olarak bilinse de içeriği,getirdikleri ve götürdükleri pek bilinmemektedir.Türkiye için hayati öneme sahip olan boğazlarımızın statülerinin belirlenmesi LOZAN'da ve MONTRÖ'de gerçekleşiyordu.Ancak bu iki anlaşma da ne yazık ki net olarak bilinmemekte ve peşinen zafer olarak nitelenmektedir.bir çok gerçek o günden bu güne neden gizlendi?600 yıldan uzun bir süre üç kıta da hüküm sürmüş Osmanlının mirası üzerinde yükselen ülke TÜRKİYE.
  • Osmanlının son meclisinde alınan son karardır MİLLİ MİSAK.Ancak ne yazık ki milli mücadeleyi taçlandırmak için çıkılan yolda LOZAN'da MİLLİ MİSAK'a ulaşmaktan ziyade daha azıyla yetinmek zorunda kalınmıştır. 21.yüzyılda emin adımlarla ileriye yürüyen TÜRKİYE'de güneşin balçıkla sıvanamayacağı daha rahat görülmektedir.Fedakar insanların yaşadığı bu ülke çok daha geniş ve hak ettiği mirası kucaklayabilecek topraklar üzerinde olmalıydı.Bu noktada çok şey söylenebilir.
  • Bunların bir bölümünün haklılık payı da olacaktır.Ancak orta okul tarih kitaplarıyla sınırlı itirazlar sabun köpüğü kıymetindedir.Osmanlıyı parçalama adına her türlü rezaleti sergileyen İNGİLİZ,FRANSIZ,İTALYAN,AMERİKAN ve diğer yönetimler önde giden dostlardır.Böylesi bir tarih algısı ve böylesi bir yaman çelişki nasıl hazmedilir bilinmez.Ancak tabi ki sınırları zorlamanın da bir haddi hududu vardır.
  • TÜRKİYE özellikle 2007 sonrasında yeni bir politika açılımıyla dünyaya farklı açılardan bakmayı deniyordu.Yeni Türkiye'nin yeni politikaları eskiyi ve durumu korumayı adet haline getiren şövalyeleri tedirgin etmişti.Bu tedirginlik köşe yazılarıyla dillenirken olaylar da peşine ekleniyordu.Yıllar yılı yürütülen konum belirleyip siperden kafayı çıkarmama politikası onlara göre daha uygundu.Ancak alışkanlıkları terk etme zamanı gelmişti.
  • 2013 yılı bu anlamda Türkiye adına  oldukça önemliydi.Önemine binaen de oldukça da hızlı ve keyifli başlamıştı.Türkiye bir çok büyük projeye ya başlamıştı yada başlamak üzereydi.Çılgın proje olarak ilan edilen kanal İstanbul projesi daha ilk andan itibaren birilerini tedirgin ediyordu.2013 yılının ilk günlerinde sonuçlanan ihaleyle İstanbul'a yeni bir hava limanı yapımına başlanıyordu ve tabi yine birileri tedirgin oluyordu.Batıda tedirginlik gün be gün artarken Türkiye'nin önce yıllar yılı ayağındaki pranga olan Terör konusu ve Kürt sorununu çözme adına  attığı realist adımlar dozu artırıyordu.Buda yetmezmiş gibi IMF'ye olan tarihi borcun son taksitini ödeme günü gelirken Türkiye Japonya ile nükleer santral için imza atıyordu.Türkiye'nin o günler için ekonomik büyümesi ve Borsa İstanbul'un yükselen trendi tedirginliği ciddi  korkulara dönüştürdü.Böylesi bir noktada gezi olayları olarak tarihe geçen büyük kalkışma yaşanmaya başladı.Böylesi derin bir tahriki  belki de Türkiye ilk defa görecekti.İnsanların çevre hassasiyeti üzerinden başlayan sonraları hızla ve şiddetle hükümeti hatta devlet düzenini değiştirmeyi amaçladığı ortaya çıkan bir kalkışmaya dönüşen bir olaylar yumağıydı.
  • Böyle bir anda adına taksim platformu denilen birileri hükümet adına Başbakan yardımcısı Bülent ARINÇ'la görüşüyor ve bazı isteklerde bulunuyordu.Makul bir çok isteğin yanında Türkiye'nin devasa projelerinin durdurulmasının isteniyor oluşu bu kuklacıları gözler önüne seriyordu.Türkiye neden kanal İstanbul'u durdurmalıydı?Bir hava limanı neden yapmamalıydı?Nükleer santralleri neden inşa etmemeliydi?Gerçi aynı yıl içinde Başbakan ERDOĞAN'ın İspanya ziyareti sırasında başta İNGİLTERE,VE ALMANYA olmak üzere batılı devletlerin Türkiye'nin nükleer santrallere yakıt üretme adına zenginleştirme yapmasına şiddetle karşı çıktıklarını görecektik.Türkiye tüm bu projeleri durdurmakla kalmamalı özellikle kendi ordusu için kendisi silah üretmeyi de bir kenara bırakmalıydı.Böylesi acı istekler sol ve ilerici olduğunu iddia eden bunu da özellikle taksim ve Kızılay'da detaylarıyla gösteren kişi ve grupların olabilir miydi?Bu noktada gezi olaylarıyla her şeyin bitmediğini 17 aralık süreci adı verilen yeni bir süreçle devam ettiğini görecektik.Yine halkın genelinin ciddi tepkisini çekecek hemen hepimizin tepki göstereceği yolsuzluk operasyonu öne sürülüyordu.Ancak her şey bu kadar basit değildi.özellikle bu büyük  projeleri hayata geçirmeyi üzerine alan yüklenici firmaların sahiplerinin mal varlıklarının dondurulmak istenmesi ve bazılarının tutuklanmasına yönelik hareketler aynı yıl içerisinde yaşanan büyük tesadüflerdi.Bu noktada büyük projelerden biri olan barış süreci kapsamında K.IRAK BÖLGESEL KÜRT YÖNETİMİ LİDERİ Mesut BARZANİ'nin Başbakan ERDOĞAN'la Diyarbakır'da bir araya geldiğini ve tarihi anlar yaşandığını belirtmekte fayda var.
  • Tüm bunlardan sonra batılılar neden bu projelere itiraz edecekleri sorulabilir?
  • İstanbul'un kuzeyinde yapılması planlanan ve yıllık 100 milyon yolcu kapasiteli olması hedeflenen cumhuriyet tarihinin en yüksek ihale bedeline sahip 3.hava limanı projesi batılıları neden endişelendiriyordu?Ne ilginçtir ki kimi amerikan üniversitelerini bitirip türlü desteklerle gazete köşelerini kapatan birileri halkımızın böyle projelerin peşinden neden koştuğunu ceplerine ekstra bir şeylerin girmeyeceğini halkımızın projeleri desteklemesinin saçma olduğunu yazacak kadar hadlerini aşıyorlardı.Olayın aslı ise çok farklıydı oysa.
  • Böylesi bir hava limanı son yıllarda iyiden iyiye yükselen Türk havacılığını daha da ileri götürürken aynı zamanda İstanbul'u Londra ve Frankfurt'un önüne geçirecekti.Yani İstanbul Megahub olarak adlandırılacak bir bağlantı ve dağıtım noktası haline gelecekti.3.hava limanı devreye girdiğinde İstanbul yıllık 100 milyon yolcuyla 63.milyonluk Heathrow ve 45 milyonluk Frankfurt'un önünde yer alacaktı.Yapılan hesaplara göre 3.hava limanı bittiğinde sadece orta doğudan 14 milyar dolarlık gelir beklenmekteydi.Avrupa ve Asya bağlantıları eklendiğinde rakam 20 milyar dolar civarı olacağı tahmin edilmekteydi.Bu noktada İstanbul coğrafi avantajlarının da önemli olduğunu vurgulamakta fayda var.İstanbul ve dolayısıyla 3.hava limanı coğrafi konumu nedeniyle 50'ye yakın ülkeye 3 saatlik uçuş mesafesindedir.Buna 4 ve 5 saatlik uçuşlarda eklendiğinde İstanbul'un coğrafi konumunun ortaya çıktığı görülür.bu durumda doğal olarak hem İNGİLTERE'yi hemde ALMANYA'yı ciddi anlamda tedirgin edecekti.O nedenle olsa gerek bu ülkelerin dünyaca bilinen medya kuruluşları özellikle savaş muhabirlerini taksime göndermişlerdi.İstanbul'da yapılacak büyük hava limanı megahub olacak ve diğer iki ülke ciddi bir gelirden olacaklardı.böylesi bir gelir kaybını tolare edemeyecekleri de bilinmelidir.
  • Diğer projede kanal İstanbul projesidir.Proje başbakan Erdoğan tarafından ilk açıklandığında  birileri yanmış gibi bağırıyor ve projeyi görmeden  karalama kampanyasına başlıyorlardı.Bu proje gerçekleşirse Montrö bypass olurmuş.Bunun yapılması kimi batılı dostları rahatsız edermiş.Bu projenin önemini anlamak için önce boğazlarımızın kaderini LOZAN ve MONTRÖ üzerinden anlamaya çalışalım.
  • Üzerinde güneş batmayan imparatorluktu BİRLEŞİK KRALLIK.Her ne kadar resmi olarak artık yoksa da fiili olarak bu hala devam etmektedir ve ne ilginçtir İngilizler dünyadaki bütün deniz ve hava taşımacılığını bir şekilde ellerinde tutmuşlardır.Bütün deniz yollarını ya cebren ele geçirmiş yada siyasetle kontrolünde tutmuştur.Gerçekten de İngilizler coğrafik keşifler dönemiyle başladıkları su yolları hakimiyetlerini bugüne kadar getirmişlerdir.Dünyada ki belli başlı su yolları ya bir şekilde onların kontrolündedir yada buralarda bir dedikleri iki edilmez.
  • Kadim İngiliz politikaları bu su yolları için savaş çıkarmayı bile göze alır.Hal böyle olunca ülkemizde bulunan İstanbul boğazı,Marmara denizi,Çanakkale boğazlarından oluşan sistemde de hak iddia etmişlerdir.Büyük aktör olduğu düşüncesiyle savaşlar ve anlaşmalarla kendine uygun imtiyazları almasını bilmişlerdir.Ancak bu sadece Türkiye için böyle değildi.her ne kadar birleşik krallık bitti sömürgelik kalmadı dense de İngiliz etkisi ciddi anlamda devam etmektedir.Hal böyle olunca da İngiliz siyaseti su yollarını kendi idaresinde tutmak gibi bir durumu  hak olarak görmekteydi.Türkiye 2013 yılı haziranında gezi kalkışmalarını yaşarken ve bunun etkileriyle diğer aylarda uğraşırken  İspanya topraklarının güney ucunda ki kolonisi için İngilizler İspanyollarla restleşmekteydi.İspanya topraklarının güney ucu yeni Akdenizi Atlas okyanusuna bağlayan Cebelitarık boğazının İspanya tarafı İngiliz hakimiyetindeydi.Burada İngiliz özerk yönetimi ve İspanyol yönetimi karşı karşıya geliyor ve restleşiyorlardı.Meşhur İngiliz donanması neredeyse yola çıkacak ve bölgeye gelecekti.Yine bir başka nokta Panama kanalıdır.2013-2014 yıllarında Panama hükümetiyle başta İngiliz hükümeti olmak üzere batılı devletler arasında bir mücadele yaşanmaktaydı.Panama kanalının yenilenmesi ve yeni kanal yapımı bunların sadece panama hükümeti tarafından  kontrol edilmek istenmesi İngilizlerin ve diğer Emperyal ortaklarının işine gelmeyecek bir durumdu.2013 yılı içinde yaşanan Mısır'daki darbenin perde arkasında Süveyş kanalı imtiyazlarının olmadığını kimse söyleyemez.MURSİ iktidarının millileştirme hamleleri tıpkı Abdül NASIR döneminde olduğu gibi darbeyle noktalandı.önce Türkiye'de gezi kalkışması ve hemen ardından Mısır'da askeri darbe özelde İngiliz çıkarları genelde de Emperyal batılıların çıkarları zedelenmiş olmalı ki darbe sonrasında hiç bir batılı lider  yaşananlara darbe diyemeyecekti.Benzer bir olayın 20.yy ortasında yaşandığı İngilterenin cebren Mısır'a saldırarak Süveyş kanalını işgal ettiği ancak Amerikanın baskıları sonunda çekilmek zorunda kaldığı bilinmektedir.Mısır'da krallığı askeri darbeyle deviren Albay Abdül NASIR o dönemde Arap dünyasının fenomeni olmuştu.Abdül NASIR konuşmalarıyla kitleleri ateşliyordu.bu arada NASIR bir büyük hamle yaparak 26 temmuz 1956'da Süveyş kanalını millileştirdiğini açıklıyordu.İngilizler böylesi önemli ve stratejik su yolunun yönetimini kaybederlerse bu onlar için büyük bir prestij kaybı olacaktı.Nil kıyısındaki fellahlar nasıl olur da birleşik krallığa kafa tutarlardı?nitekim İngilizler Fransızları ve İsrail'ide yanına alarak askeri bir müdahalenin planlarını yapmaya başladılar.1 eylül 1957 de ortak harekat için bir yakınlaşma başladı.Aynı ay içerisinde yapılan diplomatik temaslardan sonra askeri plan için Paris'te bir araya gelindi.sonuçta yapılan plana göre İsrail Süveyş yönünde bir taarruz yapacak bunun üzerine İngiltere ve Fransa her iki tarafa da kanaldan 10 km geri çekilmelerini içeren ültimatom verecekti doğal olarak Mısır bunu kabul etmeyecek onlarda bu durumu meşru bir zemin olarak görüp kanala asker çıkaracaklardı.Çok geçmeden İsrail planı uygulamaya başladı.İsrail ordusu bir kaç koldan Sina yarım adasını işgal etti.ardından ültimatom veren iki müttefik İsrail safında mısırı bombardımana tuttu.İngilizler planın iyi işlediğini düşünse de soğuk savaşın en hararetli günlerinde olan Amerika onları desteklemedi.Ülkesinde kamuoyu desteği gün gün eriyen İngiliz hükümeti bir kaç hafta sonra geri çekilme talimatı vermek zorunda kaldı.İngiltere'nin Süveyşi ele geçirme planları fiyaskoyla sonuçlansa da İngilizler etkilerini farklı planlarla göstermeye devam ettiler.İngilizlerin deniz ticaret yollarına egemen olma hatta tekel konumunda bulunma hayali ve iddiası yıllar geçse bile değişmeyecekti.bunun bir örneği 1982 yılında Arjantin ile yaşadığı savaşla kendini gösteriyordu.
  • Lozan barışı Türkiyenin temellerinin atıldığı ve cumhuriyetin garanti altına alındığı belge olarak bilinir.Özellikle resmi tarih olarak adlandırılan yaklaşımda tam bir zafer olarak belirtilen Lozan ne yazık ki hakkında pek bir şey bilmediğimiz bir belge olarak durmaktadır.Milli mücadelede yunan ordusu milli sınırlarımız dışına çıktıktan sonra önce itilaf devletlerinin temsilcileriyle Mudanya'da ateşkes ilan ediliyordu ardından barış anlaşması için kasım 1922 de isviçrenin lozan kentinde bir konferans başladı.Ankara hükümetini İsmet paşa başkanlığında bir heyet temsil ediyordu.Anlaşma sonrasında ülke içinde ciddi bir propagandayla ismet paşanın Lozan'dan alınabileceklerin tamamını aldığı ve yumruğunu masaya vurduğu kanalize ediliyordu.Bu arada kimsenin aklına anlaşmanın maddelerini incelemek gelmiyordu.Sadece anlaşmanın maddeleri bile Lozanın söylendiği gibi bir zafer olmadığını haykırıyordu.Nitekim lozan'a giderken haykırılan milli misakta ısrar isteği buhar olup uçuyordu.işin aslı Türkiye'deki boğazların statüsünün belirlenme süreçleri olunca Lozan'a daha dikkatli bakmak gerekir.sadece bizleri değil komşu devletleri ve İngilizlerin dünya üzerindeki hemen tüm deniz ticaret yollarını kontrol altında tutma isteği onları da boğazlar konusunda söz sahibi yapıyordu.aslında sorulması gereken soru şu.şayet Lozan bir zaferse kaybedenler olmalı kim bu kaybedenler.bu anlaşmada İngilizlerin kazanımları alenen ortada.Yunanistan tek kuruş savaş tazminatı ödemeden adaları ve Batı Trakya'yı sınırları içinde tutarak savaşı kaybeden ve savaş suçlusu olmasına rağmen hiç bir yaptırıma maruz kalmamıştır.Fransa İskenderun ve Antakya dahil Suriye'nin tamamının hakimiyetini ele geçirmişti.peki hal böyle iken Lozan'da fedakarlıkta bulunan kim olmuştu.bu noktada İsmet paşanın 8 aralık 1922'de verdiği demeç şöyleydi.
  • BAŞKA MİLLETLERİ MEMNUN ETMEK İÇİN SAVUNMA ARAÇLARINDAN VAZGEÇEN TÜRKİYE'Yİ TARİHİN NASIL YARGILAYACAĞINI BİLMİYORUM.ASKERDEN TECRİT ADI ALTINDA KABUL ETTİĞİMİZ FEDAKARLIKLARIN HAKİKİ DOKUNULMAZLIĞIMIZI AĞIR SURETLE BALTALADIĞINI GÖRÜYORUM ÜMİT EDERİM Kİ BU BEYANAT TÜRK HEYETİNİN YENİ BİR FEDAKARLIĞI OLARAK KABUL EDİLECEKTİR.
  • Bu sözler fedakarlığın dozunu göstermesi bakımından önemlidir.İngilizlerin Lozan'da da benimsedikleri politika deniz yollarını kendi ellerinde tutmaktı.bu nedenle de olsa gerek Sovyetleri de tedirgin çıkışlar yapmışlardı.Lozan'da imzalanan boğazlar sözleşmesi ile bir çok kritik noktaya Türk askeri giremeyecekti.ayrıca taksimatta bulunamayacaktı.böylece egemenlik haklarımız bu bölgelerde yok hükmündeydi.Türkiye bu bölgelerde savunma ve güvenlik anlamında tedbir dahi alamayacaktı.bilindiği gibi Osmanlı dünya savaşı sırasında Çanakkale'yi 250.000 şehit vererek savunmuştu.ancak 1918'de Mondros'la birlikte başta İngilizler olmak üzere ihtilaf devletlerinin güçleri güle oynaya boğazları geçtiler.bu durum Lozan'da ki fedakarlıklarla zirve yapıyordu.çünkü Lozan'ın 129.maddesinde boğazların ingiliz imparatorluğuna terk edileceği bildiriliyordu.bununla da yetinmeyerek aynı maddenin 2.fırkasında bölgeye müfettiş gönderebileceğimiz belirtiliyordu tabi ki izin alarak.böylece ne yazık ki şehitlerimizin ebedi istirahatgahları Montro'ya kadar İngiliz insafına terk edilmiş oluyordu.
  • Lozan'da yer alan 128.madde Türk hükümeti,Britanya İmparatorluğu,Fransa ve İtalya hükümetlerine abideleri muhtevi olan arsaları ayrı ayrı ebediyen terk etmeyi taahhüt eder.yani 250.000 şehidin kanıyla sulanan bu toprakların bir bölümünü sonsuza kadar bırakmayı taahhüt ediyoruz.ayrıca Lozan'ın 37.maddesi..Türkiye 38.maddeden 44.maddeye kadar olan maddelerin kapsadığı hükümlerin temel yasalar olarak tanınmasını ve hiç bir resmi işlemin bu hükümlere aykırı yada bunlarla çelişir olmamasını ve hiç bir kanun hiç bir yönetmelik ve hiç bir resmi işlemin söz konusu hükümlerden üstün sayılmamasını yükümlenir.özellikle boğazlarının durumunun da ele alındığı lozan boğazlar sözleşmesi fark edilebileceği gibi bize boğazlar üzerinde hak tanımamaktadır.sadece gelip geçme serbestliği veren bu sözleşme hakimiyeti kabul etme gibidir.Lozan antlaşması 24 temmuz 1923 te atılan imzalarla kesinleşti.ekim 1923te yeni devletin kurulmasının ardından Lozanın onaylanması ve halifeliğin kaldırılmasıyla gerçekleşmiştir.itilaf devletleri de anlaşmayı 6 ağustos 1924'te onaylayacaklar ve 5 eylül 1924'te Lozan cemiyeti Ahvanı tarafından tescil edilecekti.
  • Lozan boğazlar sözleşmesi 3 temel ilke üzerine oturmaktadır.boğazlar öncelikli askersiz hale getirilmiştir.boğazlardan geçiş türkiye ye bırakılmıyor bunun için boğazlar komisyonu kuruluyordu.bu komisyon geçiş düzenlemeleri ve diğer konularda milletler cemiyetini bilgilendirecekti.ne yazık ki türkiye milletler cemiyeti tarafından tanınmadığı öne sürülerek boğazların güvenliğini İNGİLTERE,FRANSA,İTALYA ve JAPONYA'ya garanti ediyordu.anlaşılacağı gibi bu dört ülkeden üçü topraklarımızı aleni işgal etmiş ülkelerdi.ve İngiltere'nin etkisi hala sürmekteydi.
  • Ne yazık ki türkiyenin yaşadığı güvenlik meselesinden ziyade egemenlik meselesiydi.Türkiye kendi topraklarının bir bölümünde asker bulundurup bulunduramayacağı konusunda başka devletlerden izin almak durumunda kalıyor buda bulundurmamakla sonuçlanıyordu.böyle bir durum milli egemenliği uygulayan bir devlet için kabul edilemezdi.1930'lar la birlikte dünyada siyasi ve askeri dengeler değişiyordu.ilk savaşın mağlubu Almanya yeni bir oluşuma gitmek üzereydi.bu arada Sovyetler lede bir yakınlaşma söz konusuydu.durumu yakından izleyen Türkiye 23 mayıs Londra silahsızlanma konferansıyla birlikte Lozan boğazlar sözleşmesinin değişimi dillendiriyordu.Türkiye'nin iddiası eski düzenlemelerin kendi güvenliğini tehdit edecek boyutta olduğuydu.Türkiyenin izlediği yol ilgili devletlere baş vurmak ve onları yeni bir konferans için ikna etmek şeklinde olmuştur.halbuki bu durum Lozan imzalanırken de mevcuttu o zaman neden itiraz edilmedi sormak gerekir.
  • Bu taleplerin ardından Avrupanın ortasında nazizmin yükselmesinin de etkisiyle 22 haziran 1936'da montrö'de bir konferans toplandı.Türkiye'yi bu konferansta dış işleri bakanı Tevfik Rüştü ARASLI başkanlığında bir heyet temsil ediyordu.heyette dış işleri ve genel kurmaydan oldukça deneyimli isimler bulunuyordu.konferansta İngiliz dış işleri Türkiye'nin boğazlar sözleşmesinin değiştirilmesiyle ilgili isteğini haklı buluyordu.boğazların statüsü ve gemilerin geçiş rejimiyle her zaman yakından ilgilenen ingilterenin Türkiye'yi desteklemelerine paralel olarak balkan Antlandı da Türkiye'nin teklifini destekleme kararı aldırıyordu.Türkiye'nin girişimi boğazlar sözleşmesinin diğer tarafları tarafından da haklı görüldü.ancak ne ilginçtir ki tüm taraflar tarafından Türkiye'nin haklılığı vurgulanırken konferans yaklaşık 2 ay sürdü.Montrö'de toplanan konferans 20 temmuz 1936'da atılan imzalarla yeni bir düzenlemeye dönüşüyordu.yeni sözleşme Türkiye'nin kısıtlanmış haklarını iade ediyor ve boğazlar bölgesinin egemenliği Türkiye'ye iade ediliyordu.imzaların ardından Türk askeri halkın coşkusuyla Çanakkale'deki stratejik noktalara giriyordu.ancak bir ayrıntı Montro'de yer alıyordu.Çanakkale bölgesinde yer alan ve itilaf devletlerine ait mezarlıkların o ülkelerin kendi toprakları olduğu bu anlaşmada da yer alıyordu.buralara dokunamayacağımız açıkça vurgulanmıştı.bu durum bugün bile aynıdır.1918-1936 yılları arasında İngiliz idaresi ve insafına terk edilen bölgeler montrö sonrasında şartlı da olsa bize bırakılmıştı.Türkiye bu tarihten sonra o bölgede şehitliklerin düzenlenmesi ve abidelerin yapılması gibi konulara eğilebilmiştir.Montrö boğazlar sözleşmesi Türkiye'nin güvenliği,Karadeniz'in güvenliği,geçiş serbestliği ve Karadeniz Akdeniz dengesinin kurulması ilkelerini esas almıştır.sözleşmenin ilk maddesiyle birlikte Türkiye'nin güvenlik algısına vurgu yapılmış 5.6.14.15.16.ve 23. maddelerde bu konuya değinilmiştir.Karadeniz ülkeleri özellikle de Sovyetler boğazların olası bir Avrupa ülkesinin saldırısında kullanılmasını istememiş bu nedenle geçişlere sınırlama getirilmesi konusunda Türkiye'nin yanında yer almıştır.bu durum sonraları geçici çıkar  buluşması olarak yorumlanmıştır.Türkiye'nin kaygıları sonucu şekillenen metinde Türkiye bir savaşta tarafsız yada savaş dışı ise savaşan tarafların gemileri boğazdan geçemeyecektir.yine Türkiye savaşa girmiş yada savaş tehdidi hissediyorsa diğer devletlerin gemilerinin geçişi konusunda kendi takdirini kullanabilecektir.bu noktada acaba İngilizler bunlara neden evet dedi?İngilizler Avrupa'nın ortasında giderek büyüyen tehlikeyi incelediği başka garantileri aldığı düşünülebilir.
  • Montrö'de boğazlardan geçiş serbestliği temel alınmıştır.aslında Türkiye ve Karadenize kıyısı olan ülkeler dışında konferansa katılanların üzerinde durduğu husus buydu.Montrö'de boğazlardan ticaret gemilerine neredeyse mutlak anlamda geçiş hakkı tanınmıştır.Türkiye'nin bu konudaki sınırlandırma hakkı neredeyse yok denecek kadar azdır.Türkiye ne yazık ki bu konuda zaman zaman sıkıntı yaşamıştır.ülkenin en büyük şehri olan İstanbul Karadeniz'den diğer bölgelere yapılan ham petrol ve türevleri nedeniyle sıkıntılar yaşamıştır.yapılan bir araştırmaya göre İstanbul boğazında yaşanabilecek bir tanker patlaması 10 km çapında bir alandaki tüm canlıların yok olması demektir.bu yüzden Türkiyenin ticari gemilerin geçişi konusunda da  söz sahibi olması şarttır.yine de montrö Lozan'a göre büyük kazanımlar içermektedir.
  • Her şeyden önce Türkiye kendi güvenliği için bölgeleri silahlandırma hakkına sahiptir.buda o günden itibariyle Türkiye'nin daha dikkatli ele alınması sonucunu doğurmuştur.savaş gemileri ve denge konularında Türkiye'ye verilen haklarda kazanımlar arasındadır.Montrö boğazlar sözleşmesi 1956 sonrasında fesih hakkı tanınmışsa da bu durum Türkiye gündemine girmemiştir.bunun birden fazla nedeni olduğu ve hassas dengeler gözetildiği de bir gerçektir.zaman zaman yapılan tüzük değişiklikleriyle Türkiye'ye yeni imkanlar sunulsa da yine de sıkıntılar yaşanmaktadır.bu nedenle Türkiye'de sıkıntıları en aza indirme ve İstanbul'un güvenliği en üst düzeyde sağlamak adına çılgın proje lakaplı kanal İstanbul'u devreye sokmayı hedefliyor.ancak Türkiye'nin böylesi bir projeyi başarması yurt dışındaki kimi güçleri rahatsız ettiği kadar ülke içindeki yandaşlarını da rahatsız etmektedir.oysaki büyüyen yeni Türkiye yeni projelerin üstünde yükselecektir.böylesi büyük projelerin Türkiye'ye sağlayacağı kazanımlar ortada iken çeşitli bahaneler ve kırık dökük argümanlarla  reddine çalışmak ne anlama geliyor varın siz düşünün...